Ebû Bekr-i Kettânî "rahmetullahi aleyh", bir gün sevdikleriyle sohbet ediyordu ki, biri sordu: - Efendim takva nedir. - Allah korkusu ile günah işlememektir. Ve şunu anlattı onlara: Büyüklerden biri, rüyasında "bir genç" gördü. Fevkalade güzel, nurlu ve yakışıklıydı. Merakla sordu o gence: - Sen kimsin? - 'Takvâ'yım. - Yaa, nerede bulunursun? - Benim yerim, Allah'tan korkanların kalpleridir. - Peki, yüzün neden çok parlak? - Allah korkusu ile ağlayanların gözyaşları sebebiyle. Birbirinizi sevin! Bu zat, her sohbetinde, "Birbirinizi çok sevin" der, dargınları barıştırırdı. Bir gün ona sordular: - Müslümana su-i zan günahı ne kadardır? Derhal ciddileşti. - Müslüman, Allahü tealanın sevdiğidir. Hiç ona su-i zan edilir mi? Ve kestirip attı: - Müslümanı sevmeğe mecbur ve mahkûmuz. Sonra şunu anlattı: Gençliğimde, bir arkadaşım vardı. Nedense ona karşı soğukluk duyardım kalbimde. Sebebini bilmiyordum. Ama mü'mine soğuk durmanın felaket olduğunu iyi biliyordum. Bu halden kurtulmak için hem dua ediyor, hem de sebeplere yapışıyordum. "Hediye, muhabbeti arttırır" düşüncesiyle kıymetli bir hediye alıp, ziyaretine gittim. Ama soğukluk gitmedi. Ey nefsim! Bu defa onu evime davet ettim. Leziz yemekler hazırlayıp bizzat kendim hizmet ettim sofrada. Yine gitmedi soğukluk. Çok üzülüp kendimi ayıpladım: "Ey nefsim, bu soğukluğun sebebini biliyorum. Sen, kendini ondan üstün görüyorsun. Ama bil ki, bu hal kibirdir. Kibirli olan ise, Cennete giremez, ona göre." Bu düşünceler içinde gidip yine çaldım kapısını. Tekrar yemeğe davet ettim. Kırmadı geldi. Leziz yemekler ikram ettim. O soğukluk gitmledi yine. Ama gitmeliydi. Çünkü buna izin yoktu dinimizde. Mü'mine soğuk durmak felaketti. Bir seher vakti, ağlayarak yalvardım Rabbime: - Yâ ilâhî, sana sığınıyorum. Kurtar beni bu felaketten. Çok gözyaşı döktüm. O anda değişti kalbim. O soğukluk gitti. Çok sevinip, Rabbime şükrettim.