Bütün kâinâtı, canlı-cansız her varlığı, en mükemmel bir nizâm ve intizâm üzere yaratan ve onları her ân varlıkta durduran Allahü teâlâ, şu uçsuz-bucaksız olarak gördüğümüz koca "Kâinât"ta, sâdece "Dünyâ"nın insanlarla meskûn olmasını irâde etmiş, "İlk İnsan" olarak "Hz. Âdem"i bu dünyaya göndermiş ve onu aynı zamanda "İlk Peygamber" kılmıştır. [Binâenaleyh: 1- İnsanlık hayâtı, sâdece bu dünyâda var; diğer gezegenlerde yok. 2- Bütün insanların atası maymun değil, insandır; beşeriyet Hazret-i Âdem'le eşi Hazret-i Havvâ'dan türemiştir. 3- Yine, insanlık vahşet üzere değil, medeniyet üzere başlamıştır. Çünkü ilk insan, Allah'ın seçilmiş bir Peygamberidir. Yontma taş devri, cilâlı taş devri... gibi şeyler birer tahmînden ibârettir, hayâl mahsûlüdür.] Bakın burada şunu düşünelim: Yüce Allah, koca âlem içerisinde başka mahlûkları değil, insanları hâkim kılmış ve onları kendisine muhâtap kabûl etmiştir. "Pedagoji", yâni çocuk ve gençlerin terbiye edilmeleri, eğitilmeleri İslâm dîninde çok kıymetli bir ilimdir. "Terbiye=eğitim", çocuğun iyi yetenek (kâbiliyet, istidât) ve eğilimlerini geliştirme ve kötülerini silme işine denmektedir. Eğitim, sistemli olarak çocuğu etkileme ve iyi alışkanlıklar vermekle mümkündür. Etkileme ve iyi alışkanlıkların verilmesine ne kadar erken başlanırsa, sonuç o kadar mükemmel olur. Ferdin fıtratında olan, doğuştan getirdiklerine "Tabîat", sonradan kazandıklarına "Kültür" diyecek olursak, "Terbiye"yi daha vecîz bir ifâdeyle; "yeni nesillere, doğuştan getirdikleri kapasitelerini inkişâf ettirme, geliştirme ve onlara terakkî eden, ilerleyen insanlık kültürünü de aktarma faâliyetidir" diyebiliriz. Bizim mukaddes dînimiz, şanlı târihimiz, yüksek kültür ve medeniyetimizde; kıymetli örf, âdet ve an'anelerimizde eğitimden maksat "İYİ İNSAN", orijinal ismiyle söylemek gerekirse "İNSÂN-I KÂMİL" meydâna getirmektir. Eğitimde işin esâsı, hem kendisine, hem âilesine faydalı, hem de milletine, vatanına ve devletine yararlı unsurlar meydana getirmektir. İşte târih boyunca millî eğitimimizdeki ana hedef bu olmuştur. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi aleyh): "Evlât büyük bir nimettir. Ni'metin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için pedagoji yani çocuk terbiyesi, İslâm dîninde çok kıymetli bir ilimdir" buyurmuştur. İmâm-ı Gazâlî de (rahimehullah): "Çocuğun terbiyesine çok dikkat etmelidir. Onun kötü arkadaşlarla düşüp kalkmasına mani olmalıdır. Kötü arkadaş, çocuğun edeb ve terbiyesini bozar" buyurmaktadır. Burada, hemen İmâm-ı Gazâlî'nin (rahmetullahi aleyh) diğer bir sözünü hâtırlıyoruz; buyuruyor ki: "İnsanlar üç gruptur: Birinci grup, gıdâ gibidir; herkese her zaman lâzımdır [Meselâ ekmek ve su herkese her zaman lâzım olur]. İkinci grup, devâ (ilâç) gibidir; bazı insanlara bazen lâzım olur [Bugün insanlarımız çeşit çeşit ilaçlar kullanmaktadırlar]. Üçüncü grup ise, illet (maraz, derd, hastalık) gibidir; herkes ondan kaçar, ama o, insanlara bulaşır." Burada, insanların, birinci gruptan olmaları, ya'nî herkese lâzım olan gıdâ gibi olmaları esâstır. İşte, bizim târih ve medeniyetimiz boyunca, eğitimimizin ana hedefi, böyle gıdâ gibi insanlar yetiştirme gayreti olmuştur. Peygamberler ve onların vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, âileler ve cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır. Son Peygamber olan Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem), 150 bin mübârek insan, güzîde sahâbe, "hayırlı bir ümmet" meydana getirmesi, onların da 50 sene gibi çok kısa zaman zarfında gâyet mahdût imkânlarla Endülüs'ten Çin'e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip oralara ilim, irfân, ahlâk, fazîlet, medeniyet, adâlet, hakkâniyet, insan hakları, nûr ve hidâyet götürmeleri konusu ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.