Ligin son haftaları geldi. Bildim bileli bu haftalarda mutlaka bir derbi maç olur. Ve o derbi maç önemli ölçüde şampiyon olacak takımı da belirler. Durum böyle olunca dedikodunun, lâf karmaşalarının başı sonu belli olmaz. Konuşulanları, düşünülenleri yazmaya kalksak sayfalar dolar. Önce "Kim yener?" sorusu herkesin düşüncesini karmakarışık yapar. İşi ciddiye alıp bu soruya cevap vermeye kalksanız sonucu yine bilemezsiniz. İsterseniz geçmişteki bu türlü maçlar için düşüncelerinizi zorlayın ve o günkü sonuçları karşılaştırın. Göreceksiniz, daha çoğunu bilememişsinizdir. Ama futbol sadece sahadaki sonuçla anılmaz, onun dedikodusu çoğu zaman sonuçtan daha büyük önem kazanır. Şimdi yollarda, sokaklarda, orada, burada bana da hep soruyorlar "Kim kazanır?" diye. Eh, biz de yıllardır bu işlerle uğraşıyoruz ya mutlaka bir cevap vermeliyiz. Aslına bakarsanız biz de çoğu zaman aklımızdakiyle gönlümüzdekini karıştırıp "Şu kazanır, bu kazanır" deyiveriyoruz. Bugün gönlümüzdeki ile buna cevap vermeye çalışalım. Ben futbolcu kalitesi eş değer maçlarda motivasyonun bu konuda öne geçtiğini düşünenlerden ve savunanlardanım. Şimdi desem ki "Motivasyonu iyi olan takım kazanır" diye, gene ortalıkta kalmış bir cevap olur bu. Diyorum ki, Beşiktaş'ın motivasyonu F.Bahçe'den derbi maçında daha iyi olacak. Neden mi? 1. Maç İnönü Stadı'nda oynanacak 2. Son yıllarda Beşiktaş daha çok derbi kazanıyor. 3. Beşiktaş, F.Bahçe'den daha çok şampiyon olmak istiyor. 4. Ayrıca F.Bahçe'nin arkasında Trabzon da var. Bu da F.Bahçe için bir handikap. Bu gerekçeleri göz önüne aldınız mı kimin galip geleceği kolayca anlaşılır. Beşiktaş'ta şu kadar futbolcu sarı kartlı, F.Bahçe'de bilmem kim sakat gibi düşünceler asla maçın sonucunu etkilemez. O doksan dakika kim iyi şartlanmışsa maçı kazanacak. Bunlar benim görüşüm. Kızan olur, sevinen olur, bilmem. Şimdi ben size soruyorum, bu maçı kim kazanır. Beşiktaş mı, F.Bahçe mi? Size verecek ödülüm yok ama yukarıdaki elektronik posta adresime cevaplarınızı bekliyorum. Siz mi bileceksiniz ben mi bileceğim? Şampiyonlar Ligi'ni izlerken Şimdiki adı Şampiyonlar Ligi, geçmişteki adı Şampiyon Kulüpler Kupası. Bunun yanı sıra Kupa Galipleri Kupası ve UEFA Kupası... Şampiyon Kulüpler'in çeyrek final maçlarını izlerken aklıma geldi de nereden nereye diye kendime sordum. Çok değil 10 sene öncesine gidince hatırlayacaksınız. Avrupa kupalarının bu maçlarını nasıl izlerdik diye. Hele daha eskilerde hastalık durumundaydı bu. Günler öncesinden maçları izlemek için hazırlıklar yapılır, falanca arkadaşın evinde toplanılır, sanki kendi takımımız oynuyormuş gibi büyük bir heyecanla izlenirdi. Ben de bazılarını anlatmak için Avrupa yollarını tutardım. Oralarda maç günü bir hüzün çökerdi içime. Ne işimiz var elalemin maçında derdim. Bayraklar, şarkılarla dolu stadlardaki bir renk cümbüşsüne öyle bakakalırdım. Hatta bana ilgi çekici gelirdi. Oynayan takımların taraftarlarından başka hiçbir ülke seyircisi ve gazeteleri bizim kadar ilgilenmezdi bu maçla. Kendi kendime "Hani bunlar futbolu seviyorlardı" diye sorardım. Bizim için ise tutkunun da ötesindeydi. Şimdi o heyecan yok. O ilgi yok. Herkes bu kupalarda kendi takımlarını arıyor. Beşiktaş, F.Bahçe, G.Saray, G.Birliği... Bizden biri var mı, diye ona bakıyor. Meğer o bir gelişme imiş. Bize bu gelişmeyi getiren kulüp takımlarına ve Milli Takımımız'a sonsuz teşekkürler ediyoruz. Her zaman büyük organizasyonlarda yer alalım ki tutkularımız yükselsin. Beşiktaş'ın gücü Derbi haftasıya kulislerde hep bu konu. "Bu maçı kim alır?" Önceki akşam geçen dönem Beşiktaş Yönetim Kurulu'nda görev yapan Levent Erdoğan'ın dizi toplantılarındaydık. Beşiktaşlı yazarların pek çoğu oradaydı. Levent Bey Beşiktaşlı, yazarlar çizerler de Beşiktaşlı olunca doğal olarak gece boyunca konu hep Beşiktaş oldu. Böyle toplantıların önemini bir kere daha gördük. Levent Bey'e teşekkürler. Katılanların hepsi Beşiktaş için değişik görüşler ve düşünceler açıklıyorlardı. Dostlar zaman zaman sert tartışmalar içine girdiler. Ortamın böylesine samimi oluşu düşüncelerin acımasızca tartışılması yeni oluşumları gündeme getirdi hep. Kimi Lucescu'ya kızdı, kimi yönetime. Değerli okurlar, Beşiktaşlı yazarları böyle büyük bir dayanışma içinde görmek beni de gururlandırdı. Büyük takımın nasıl oluştuğunu, nelere sahip olduğunu bir kere daha gördük. Beşiktaş Kulübü'nün önde gelen yazarları hep yeni bir arayış içindeydi. İşte yeni dinamikler, geleceğe ait yeni görüşler bu toplantılarda şekilleniyor. Sizler ünlü televizyon haber spikeri Orhan Ertanhan'ı, yazarlar Güven Taner'i, Hayri Hiçler'i, Metin Tükenmez'i, Turgut Koloğlu'nu, Hürol Bilal'i, Adem Yılmaz'ı, Hayri Ülgen'i, Faik Gürses'i tanıyorsunuz ve düşüncelerini de biliyorsunuz. Hepsi oradaydılar. Beşiktaş'ın arkasındaki gücün küçük bir örneği gibi. Bilesiniz diye yazdım. Doktor ne derse o! Geçenlerde minicik bir operasyon geçirdik. Hani yazarlar böyle başından geçenleri yazarlar ya, biz de yazalım dedik. Alnımızdaki yağ bezesini değerli hocam Doç Dr. İsmail Kuran, üç beş dakikada alıverdi. Estetik bir cerrahiydi. Mükemmel oldu. Eline sağlık. Bizim anlatacağımız bu operasyondan çok doktorumuzun lâfını dinlememekle ilgili. Benim sağlık konusunda çok kuşkucu bir huyum var. Ödüm patlar böyle işlerden. İsmail hoca dedi ki; "Seni narkozitörler öyle bir hale getirirler ki, güle oynaya ameliyathaneye gelirsin." Gerçekten de öyle oldu. Narkozitörler bana ilaç vererek o hale getirdiler ve güle oynaya ameliyathaneye girdik. Buraya kadar herşey güzel, işlem bitti. Narkozitörler ve İsmail hoca "24 saat sakın araba kullanma" dediler. Peki dedik. Hastaneden ayrıldık. Büyük oğlum Erdem'e "Arabayı kullan" dedik. Hanım arkada, biz önde yola koyulduk. Kendimi iyi hissediyorum. "Neden araba kullanmayacakmışım?" dedim. Yolda direksiyona ben geçtim. Eve salimen vardık. "Gördünüz mü?" dedim "Bu doktorlar herşeyi büyütürler." Sabah oldu yine geçtik direksiyona, yola çıktık. Maslak'ta hafif bir yokuşta trafik adım adım ve durduk. Direksiyonda yine ben. Arkadan acı bir korna sesi. Aynaya baktım. Herkes duruyor. "Bu adam ne diye böyle bağırıp duruyor?" dedim kendi kendime. Ve o sırada güm diye bir ses, araba sarsıldı. Arkamdaki için "Durup dururken nasıl vurdu?" diye araçtan indim. Arkadaki sürücü de indi tabii. Sordum; "Kardeşim nasıl gelip çarptın?" diye. Cevap; "Sen iki metreden geri geri gelip bana çarptın." Meğer biz frene basmayı unutup, arabayı geri kaydırmışız. Neyse ki hasar yok. Ama ders büyük. Siz siz olun, doktorlarınızı iyi dinleyin.