Doğruya doğru, eğriye eğri!

A -
A +

Evet; "Doğruya doğru, eğriye eğri!" Bu sözler uzun süre çalıştığım VATAN gazetesinin sloganı idi. Aslında bütün medyanın kabul etmesi ve uygulaması gereken bir temel ilkeyi ifade ediyordu. Şimdi bu ilkeye ne kadar sadık kalınıyor, ne kadar uygulanıyor; şüpheli ama ben kişisel olarak gerçekleri, bazan önceden yazdıklarımla çelişkili de olsa belirtmek ve kendi hatalarımı ifade etmek isterim. Bu yazımda yapacağım gibi! Bir süredir, IMF'yle ilişkiler konusunda, özellikle bu uluslararası kuruluşa -ve başkalarına- milli egemenliğimizden taviz verilmemesi hususunda, kendi tabirimle "mangalda kül bırakmadım". Esasta haklıyım. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğuna ve devir ve bölünme kabul etmeyeceğine inanıyorum. Buna, adeta Cumhuriyet'in şeklini ve "numarasını" değiştirmek pahasına inanmayanları -her olayda hep IMF'yi veya Avrupa Birliğini haklı çıkaranları- kınamaya devam ediyorum. Bu, bir partiye yakın olmamın hudutlarını da aşan "milliyetçilik" anlayışımın gereği olduğu kadar, Atatürk'e ve ilkelerine sadakatimin de gereğidir. IMF konusunda IMF'nin TELEKOM konusunda da diğer hususlarda da Türkiye'nin hukuk ve iç politika gerçeklerini gözardı ederek, sadece Bankacı gibi hareket etmesini de yadırgıyorum. IMF bürokratlarının ne derecede ehil olduklarından da şüphem var. Ayrıca bazı istek veya "dayatmalarının" ardında başka hesapların ve çıkarların olabileceğini de tahmin ediyorum. Bu hatalı veya maksatlı hesapların Türkiye iç politikasında ve toplumunda sorunlar oluşturmasından başka özellikle tarım alanında, başka önlemler alınmadan, yerine getirilirse, uzun vadede Türkiye ve Türk halkı için büyük sıkıntılar oluşturmasından endişe ediyorum. Bu endişeler "İmzalamışız bir kere -IMF'nin kurucu üyesiyiz- IMF, Breton Woods da kurulmuş olan sistemin bir unsuru, biz de o sistemin parçasıyız" gibi mülahazalarla kolay kolay giderilebilecek şeyler değil. Wall Street Journal gazetesinin, daha önce sözünü ettiğim bir yazısında, İkinci Dünya Harbinden sonra, Bretton Woods andlaşması ile IMF'nin ve Dünya Bankası'nın, gelişmiş ülkelerin paralarında, sabit döviz kurları ile istikrar sağlamak -ve uluslararası serbest ticareti kolaylaştırmak için kurulduğu anlatılmakta ve fakat daha sonra, ABD 1971'de tek taraflı olarak doları altın standardından çekince -asıl maksadın ankronik kaldığı ve bunun üzerine, geniş ve muğlak Anayasası imkan verdiği için, IMF'nin kasasında toplanan büyük fonlarla kendisine yeni meşgale sahaları aradığı belirtilmekte. IMF yeni faaliyet sahasını bir nev'i global planlama teşekilatı olmakta bulmuş ve Washington'daki IMF bürokratları geri kalmış ülkelere, kalkınma reçeteleri sunmaya başlamışlar. Bu reçeteler, ekseriya ülke gerçeklerinin gözardı edilmesi pahasına vergi arttırmaları ve devalüasyon şeklinde oluyor ki "müşteri ülkelerde problemlere ve yazar Claudia Rosset'e göre fukaralığa yol açıyor. Yazar, IMF'nin Meksika, Tayland ve Brezilya'da büyük sarsıntılara yol açtığını hatırlatıyor ve diyor ki "Bu süreç sadece dünya finans sistemi için değil, gelişmiş ülkelerin siyasi istikrarına da zarar vermiştir. Ama IMF her enkazdan sonra kendisini daha fazla önemsemiş ve kendisine ve bürokratlarına yeni iş sahaları bulmuştur. IMF'de reform gerekir ama bunun için gereken irade yoktur ve aksine elinde haracanabilecek bol (136 milyar dolar) fonlar vardır." Benim yanlışlarım Bütün bunları yazdıktan sonra "insanın kendi hatasını kabul etmesi kadar irfan olamaz" kavlince, kendi hatamı da itiraf etmeliyim. Kısacası, galiba özellikle Telekom konusunda bazı bilgilerim eksik kalmış. Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ü tanıdığım ve kendisine güvendiğim için, hem TELEKOM'un özelleştirilmesi ve satışı hem de yönetici kadrosu konusunda haklı olduğuna inanıyordum ve hâlâ da inanıyorum. Öksüz, birçok gözlerin üzerinde olduğu, Türk Telekom'un ucuza çıkarlarımıza ve güvenliğimize halel verecek şekilde ucuza gitmesine, muhakkak haklı olarak karşı çıkıyor ve IMF'nin milli bır kuruluşun kadrosuna karışmasını, milli egemenliğe, milli haysiyete aykırı buluyordu. Tıpkı benim gibi. Yeni bilgiler Ne var ki, çok itimat ettiğim ve milliyetçiliğinden, vatanseverliğinden ve dürüstlüğünden şüphe etmediğim yüksek seviyeli bir bürokrattan aldığım bazı bilgiler beni şüphelere ve dehşete düşürdü. Acaba TELEKOM'un özelleştirilmesine, sadece yukarıda sözünü ettiğim milli egemenlik, milli çıkar ve güvenlik faktörleri değil -ve MHP ile sınırlandırılmayacak- genel bir ihmal ve yönetim beceriksizliği ve dünya gerçeklerini bilmemek mi sebep olmuştu? Haddim olmayarak, Sayın Enis Öksüz'den bu konularda tatmin edici bir cevap bekliyorum. Son olaylar dolayısıyla, MHP ve dolayısıyla Milliyetçiliğe karşı açık av mevsimi. Bu gibi söylentilerle, Milliyetçilik ve dolayısıyla MHP Türkiye'nin geleceğine engel gösteriliyor. Maalesef tek taraflı yayınlarla bu imaj gittikçe yerleştiriliyor. Hele Türkiye'ye paraların gelmesine MHP'liler'in engel olduğu iddiası tutarsa, geçim sıkıntısı içindeki sokaktaki vatandaş da, MHP'ye ve dolayısıyla milliyetçiliğe düşman kesilebilecek. Ve Maalesef bazı MHP'li bakan ve milletvekillerinin, bazı sözleri, ekseriya söylendikleri çerçeveden çıkarılarak -mesela "Yoğurdu icat etmek aya gitmekten de önemlidir" sözü gibi- Milliyetçiliği ve dolaysıyla MHP'yi ilkel bir düşünce tarzı veya kuruluş olarak tanıtmakta kullanılıyor. Bu çok acı. Milliyetçilik bu değildir ve ilkel bir düşünce tarzı da değildir. Milliyetçilik Magandalık da değildir! Tek başına iktidar olmayı hak eden MHP muhakkak bunları aşmalıdır!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.