Milli Güvenlik Kurulu'nun yarınki toplantısında, RTÜK yasasında, Kürtçe tv-radyo yayınları yapılmasına imkan verecek değişiklikler görüşülecek ve karara bağlanacakmış... Bu, rutin bir toplantı değil. Konu sıradan ve rutin bir konu da değil. Türkiye'nın,Türklüğün, milli birliğimizin ve bildiğimiz anlamda, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini ilgilendiren bir konu. Kelime oyunları ile, dostlar -Avrupalılar- alışverişte görsünler, bu alanda birşeyler yaptığımıza inansınlar diye, başka ülkelerin modellerinin bize adapte edilmesi ile, savsaklanacak bir konu değil! Milli Güvenlik Kurulu'nu ve sayın üyelerini uyarmak, onlara akıl vermek benim ne haddime! Ama gene de bu önemli toplantı arefesinde bazı sorularımı -tekrar da olsa- hatırlatmayı milli ve vicdani bir borç biliyorum. Sorular... Sorular... Bir defa Avrupalılar bu hülleyi pek yutmayacaklar ve tam yayın serbestisinde direneceklerdir; taleplerinin arkası gelmeyecektir. Zaten Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu bunun kapısını açmış, özel kanallarda da Kürtçe yayın yapılsın buyurmuş! TRT kanallarında Kürtçe (Hangi Kürtçe lehçesi) yayınlar doğru dürüst yapılabilecek mi? Bu kanallardan yapılan yayınların dinlenme ve izlenme oranı ne olacak? Kürtlere propaganda amacı ile yapılacaksa bu, başarı ile yapılacak mı? TRT'de olsa, doğru dürüst kontrol edilebilecek mi? Maksat Türkçe bilmeyen vatandaşlarımıza Türkçe öğretmekse, bu özel gayretle TRT TV ve Radyo kanalları vasıtasıyle yapılamaz mı? Bu sorular realist bir şekilde cevaplandırılmadıkça, bu konuda ve ana dilde eğitim konusunda devletin tavizlerı, Kürtçü bölücülerin, bağımsız Kürdistan'ın temelini oluşturmak için sürdürdükleri anadil kampanyasına devletin çanak tutması olmayacak mıdır? Ve de devletin tek dil temeli ilkesi bir defa böyle delindikten sonra, diğer etnik grupların yayın ve eğitim talepleri milli birliğimizde önlemeyecek bir söküğün başlatılması olmayacak mıdır? Sevr tehlikesi "paranoyadır" deniyordu; ama şimdi buyurun Sevr sofrasına, Türkiye'nin etnik parçalanmasına! Karen Fogg ağzı Benim anlıyamadığım -daha doğrusu çok iyi anladığım ve algıladığım- bir husus var. AB komiseri gibi davranan Mesut Yılmaz Avrupalılara, "bazı konularda, (anadil radyo tv yayınları, idamlar vs.) askerlerin tereddütleri var onları yatıştırmak gerekir" demiş. Tıpkı Karen Fogg'un kendi şebekesi mensuplarına verdiği taktik talimatları nevinden bir yaklaşım. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir siyasi partisinin lideri ve hükümetin başbakan yardımcısı acaba aynı endişeleri kendisi niçin hissetmiyor? Bu endişeleri geçenlerde büyük bir hışımla karşı çıktığı milli güvenlik endişeleri gibi varit görmediği için mi? Geçenlerde özel bir konuşmasında "Askerleri silkelemekten, sıranın da artık MHP'yi silkelemeye geldiğini" söylediği rivayet edilmişti. Gerçi kendisi yarım ağızla yalanladı ama, bu sözler onun zihniyetine ve tutumuna pek yakışır. Radikal'de İsmet Berkan, Yılmaz'ın, AB Yüksek Komiserliği'ni kendi siyasi kariyerine ve iktidar amacına tramplen yapmak ve AB tartışmalarını iç siyaset konusu haline getirmekle, hata ettiğini ve AB yolunu güçleştirdiğini yazmış. Bence Yılmaz iyi ki böyle yaptı! Avrupa treninin ne mene bir tren olduğu ve bize de bu trenin en sonunda olsa olsa furgonda yer verileceği her gün biraz daha anlaşılıyor... Ama yeter ki gerçekler daha da anlaşılana kadar, mesela -ve özellikle- dil konusunda verilecek tavizlerle Türkiye'nın birlik ve bütünlüğünü tehlikeye sokmasak... MGK'nın yarınki toplantısı önemli bir nirengi noktası olacak!