200 senelik Avrupalılık maceramız; gerçek bir tahlile tabi tutulduğunda, ne içeride Türk insanını ve ne de, dışarıdaki cümle âlemi samimi olarak tatmin etmedi ve inandırıcı bulunmadı! Düşünebiliyor musunuz; aradan iki asır geçmesine rağmen, bir çoğumuz Avrupa'da hâlâ ne aradığımızın farkında değil! Anlamamak isteyişlerinden veya anlayışlarının kıtlığından değil; besbelli ki, Avrupalılık hevesine kapılanlar, ne isteyip ne yapmak istediklerini, gereği gibi açıklayamamışlar! Bunların aralarında art niyetliler yok mu; elbette var ama, bunlara bakıp da hüküm verilmez ki! Başta devleti yönetenler; 'isterük-istemezük' ikilemine düştüler! Milyonların peşlerinden gittiği, anlı-şanlı siyaset devlet adamlarımızın, bu hallerinde de bir samimiyet ve tutarlılık görülmedi! Dün ak dediklerine, bugün pekala kara diyebildiler! Özellikle son dönemde yani; merhum Menderes'in AET'ye resmen müracaatından sonra iş başına gelen iktidarların işi ağırdan aldıkları; nasıl olsa biz bu birliğe giremeyiz, onlar da bizi kabul etmezler, deyip; girmek ister gibi yaptıkları bir idare-i maslahatın içinde oldukları gözlerden kaçmadı! Gelip geçen bütün iktidarlar, bu kafayla ve bu statükoyla hiçbir zaman 'muktedir' olmalarını görememelerine rağmen; bu durumun izalesi için çalışmadı ve; iktidarımda ne kurtarırım hesabını yaptı! Günü; zahiren kurtarma, gerçekte ise, geleceği topyekûn karartma politikaları... Bu haldeki devlet ve siyaset adamlarımız, evvel emirde kendi halklarına inanmıyorlardı! Kendi medeniyetinden, tarihinden ve köklerinden kopuk yetiştirilen bu nesiller; kendilerine kaybettirilen ve unutturulan değerlerinden öylesine bihaber idiler ki; Avrupa'daki hürriyeti, insan haklarını, kendi halkları için ulaşılamaz zannediyorlardı! Enva-ı çeşit dayatmalarla canından bezdirilen millet ise; ya zır cahil bırakıldı ya da, kendi ekmek kavgasıyla uğraştırıldı! Başını kaldırıp; bu yol çıkmaz yoldur, ne oluyoruz, nereye gidiyoruz diyenler de, yaftalanarak tu-kaka edildi! Sistemin acımasızlığına bakın ki; gerçekte aynı şeyden şikayetçi, aynı şeyi söyleyen ve aynı şeyleri isteyenleri bile; kamplara ayırarak birbirlerine düşürdü ve onların kavgasından medet umdu! Bu denli devlet ve siyaset adamlarının hedefi belli idi: Dışarıya görüntü vererek günü kurtarmak, içeride ise, bildiğini okumak! Özal gibi bir adam gelmeseydi, bu kısır döngü içinde yuvarlanıp sürünmeye devam edecektik! Bu arada; Sovyet İmparatorluğu'nun yıkılması ve dünyanın hızla küreselleşmeye doğru gidişi; bizimkilerinin de ayaklarını suya değdirdi! Bundan kaçış yoktu; olamazdı! AB'ye girelim girmeyelim; bizi o birliğe alsınlar veya almasınlar; biz, o süreci tamamlamak zorundayız! Artık, desinler diye değil; insan hak ve hürriyetlerini, kendi insanımız için getirmek ve yaşamak mecburiyetindeyiz! Zaten, o denli idare-i maslahatçı siyasetçilerin pabuçları da boşuna dama atılmadı!