3 Kispet kasnağında üç düğüm
2 Temmuz 2008 01:00
MİLLİ TAKIM HEYECANINDAN MAHALLİ VE MANEVİ HEYECANA KIRKPINAR -3-
Yağlı güreşte, Batılının hiç tanımadığı, bizlerin de unuttuğu güzelliklerden bahsetmek istiyoruz.
Yağlı güreş için pehlivanlar, er meydanına, Kıbleye karşı durduktan sonra, "Allah Allah" nidaları, dua ve Hazreti Muhammed'e salavatlarla salınır.
Pehlivanlar, niçin bu şekilde er meydanına gönderilir?
Türk askeri, cenge de bu şekilde gönderilir de onun için. Kırkpınar güreşleri, barış zamanında harbe hazırlığı, sahip bulunulan maddi-manevi değerlere sahip çıkmak için, madden ve manen güçlü olmayı sembolize ettiği için, cenkteki bütün özellikler, yağlı güreşte de vardır. Asker, savaşta, mehter marşlarıyla, yağlı güreşçilerse, davul zurnanın vurduğu kahramanlık türküleriyle coşmaktadırlar.
Türkün hayatında, davul zurna üç yerde çalınır: Düğün, savaş ve güreşte. Savaş, sahip olunan güzelliklerin düşmana karşı savunulmasıdır. Güreşse, nefis, şeytan ve kötü arkadaşla (çevreyle) savaşa hazırlıktır. Düğün ise, aile, şeref ve namusa sahip çıkmaya, bunlar için her türlü fedakârlığı yapmağa işaret eder.
Osmanlılar zamanında ve Cumhuriyet'in başlarında Kırkpınar, Hıdrellez günü başlardı. Nasıl Türk orduları sefere baharda çıkıyorlarsa, pehlivanlar da baharın müjdecisi Hıdrellez günü er meydanına çıkıyorlardı.
Yağlı güreşte asıl olan ustalık, bilgi, kuvvet, cesaret ve metanettir. Kilo ve yaş sınırlaması yoktur. Bileği ve yüreği güçlü, 50 kiloluk 60 yaşındaki ihtiyar hak etmişse başta güreşebilir.
Geleneksel yağlı güreşte, zaman sınırlaması yoktur. Bugün, güreşleri, planlanan zamanda bitirebilmek için zaman sınırlaması getirilmiştir.
Ağa, güreşçilerin ve misafirlerin ev sahibidir, Kırkpınar'ın gerçek reisidir, ancak bugün ağanın görevi yalnızca semboliktir.
Türk yağlı güreş geleneğinde, bir pehlivan bütün rakiplerini yendikten sonra, kispetini, Kâbe'ye astırırdı. Bu, "Güreşte rakiplerimi yendim, ancak senin nimetlerine şükretmekten aciz bir kulunum" demektir.
Yağlı güreşte, güç ve oyun olarak birbirlerine eşit pehlivanlar, birbirlerinin güreş hayatlarını söndürmemek için "Kardeş Pehlivan" ilan edilir ve bir daha ciddi güreş tutmazlardı. Türk güreş tarihinin en meşhur kardeş pehlivanları Adalı Halil ve Kurtdereli Mehmet pehlivanlardır.
Peşrev, yağlı güreşçilerin, güreşe başlamadan önce ısınmak için yaptıkları, yağlı güreşin manasını anlatan birçok güzellikler gizli ısınma hareketleridir.
Yağlı güreşte, peşrev başlı başına bir destandır. Peşrev, Türk oğlunun vatan tutmak için Türkistan'dan Anadolu'ya oradan da Avrupa'ya akışının ifadesidir, Türk oğlunun tarih macerasını anlatır. Peşrev, Türk oğlunun sembolleri, 'ok, yay, at, kurt ve kartal'ın figürleriyle donatılmıştır.
EY PEHLİVAN GURURLANMA
Peşrevdeki güzellikler, ciltler dolusu kitapla anlatılmaz. Biz kısaca vermeğe çalışalım. Peşrevin başlangıcında, pehlivanlar diz çöküp, sağ elini toprağa dokundurduktan sonra, üç defa, dizine, dudağına ve başına götürürler. Bu, "Ey pehlivan, gücün, ustalığınla mağrur olma, topraktan geldin, yine toprak olacaksın, sahip bulunduğun nimetlerin hesabını vereceksin, gücün, malın fazlalığı, mesuliyeti fazlalaştırır" manasındadır.
En zor şey; güçlü, galipken adaletli olmak, yani adalet karşısında boynunu bükmek, mağlubiyeti kabul etmek, zulüm etmemektir. Nitekim 2002 yılında 11 Eylül sonrası Afganistan, Çeçenistan, ve Doğu Türkistan'daki, daha sonra Irak ve Filistin'deki gelişmeler, günümüzdeki güçlülerin, adil olamadıklarını, kuvvetlerini zulüm yolunda kullandıklarını göstermiştir.
Olimpiyatlar, tam olarak insanı ilahlaştırmanın, insan bedenini putlaştırmanın, ruhu, ruhi güzellikleri inkârın arenasıdır. Günümüz Batı medeniyetindeki insanlık anlayışının aynasıdır.
Olimpiyatlar, dünden bugüne, milyarlar arasından daha çok zıplayanı, daha çok güçlüyü, daha çok koşanı, mızrağı, gülleyi daha uzağa fırlatanı seçme, bunları allayıp pullama, efsane olarak pazarlama organizasyonlarıdır.
Ne yazık ki, daha çok zıplayan, daha çok konuşan değere bindikçe, daha merhametli, daha adaletli, daha çok yardımsever, daha bilgili, daha insanlar, gönül ve bileği kaynaştıranlar enayi gibi görüldü.
Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan bizim kültürümüzde, inancımızdaysa esas, "insanın putlaştırılmasının, ilahlaştırılmasının her anlamda önüne geçilmesi, onun yüce Yaradan'ın aciz bir kulu olduğunun" kesinkes belirtilmesidir.
BUĞDAY BAŞAĞI GİBİ
Kırkpınar geleneğinde güç, kuvvet, ustalık, pehlivanlık, mal, evlat, zenginlik çoğaldıkça, mesuliyet de büyür. Bunlara sahip olanlar, "Bütün iyilikler, güzellikler, Allahü Tealadandır, bu nimetlere nasıl şükrederim?" endişesine düşerler, bunlara şükredebilmek için, bu nimetlerle bütün canlılara faydalı olabilmek için gayret ederler, nimete kavuştukça, benim deyip başını dikmezler, tam tersi "Rabbim, senin ihsanların, nimetlerin üzerimde ne kadar çok" deyip buğday başağı gibi boyun bükerler.
Güreşçiler, peşrev esnasında, eliyle rakibinin paçasına dokunurlar, ellerini dudaklarına, sonra da başına götürürler. Bu, "Ben pehlivanlıkta, senin ayağının tozu olamam" demektir. İkinci manasıysa, rakibinin en büyük silahı olan paçalarının sağlam bağlanıp bağlanmadığını kontrol etmektir. Bu nasıl spordur ki, rakibinin en önemli silahının çalışıp çalışmadığını kontrol ediyor.
Rakipler, birbirlerinin sırtlarını sıvazlarlar, bu; hem rakibinin iyi yağlanıp yağlanmadığını kontrol etmek hem de helalleşmektir.
Kispet, 40 parçadan yapılır, bu kırklara, evliyalara işarettir. Kispetin kasnak sicimine üç düğüm atılır. Birinci düğüm, Allah'a kulluğa, ikinci düğüm Hazreti Muhammed'e ümmet olmağa, üçüncü düğüm de pirin, ustanın hakkına işarettir. Paça bendi, üç kat sarılır, bunlar tasavvuftaki; şeriat, tarikat ve hakikat üçlüsüne işaret eder.
Kısacası, Osmanlılar zamanında kurulan Güreş Tekkelerinde, (Spor Akademilerinde), tasavvuf, Ahilik terbiyesi ve eğitimi aynen geçerliydi.