Yusuf, "Bir padişah, Urus ile nası işbirliği yapar" diyerek kendini yiyordu. Birgün Çavuş Ana, Yusuf'a sordu: - A benim pelvan torunum. Seni günneedir üzgün görüyorum. Gönülcezin bi güle mi konmuştur? Kimdir o talihli gül? Süle de hemen isteyelim. Kırkpınar'da başpelvan olunca da düğününü yaparım. Yusuf, elinde olmadan acı acı güldü, o hangi düşüncelerin içinde yüzüyordu, Çavuş Ninesi ise neler düşünüyordu. Ninesinin pörsümüş yanaklarından öptü: - A benim gül yüzlü ninem, benim tek gülüm sensin, derdim büyüktür, dermanı da yok gibidir. Çavuş Nine, yumruğu Yusuf'un sırtına indirdi: - Benimle maytap geçme! Yüzümün güllüğü mü kalmış? Muşmulaya dönmüş bre. Dermansız dert olmaz. Derdi veren Rabbim mutlaka dermanını da verir! Yusuf yine güldü, şu Çavuş Ninesi ne yaman bir Osmanlı ninesiydi. Lâfını gediğine nasıl da koyuyordu: - Te be ninem! Sen benim için her mevsim açan, hiç solmayan bi gülsün. Bu sefer gülme sırası Çavuş Ana'daydı: - Breh, breh! Senin pelvanlık kadar ağzın da lâf yaparmış bre! Süle bakalım, günlerdir niçin üzgünsün? - A gül yüzlü ninem. Duymaz mısın, Sultan Abdülhamid Han, bizi Urusa satıyormuş? Çavuş Ana, duyduklarına inanamadı: - Sen ne diyorsun be? Ne sülediğini kulağın duyuyor mu? - Padişah, bizi satmış ninem. Çavuş Ana, çıldırmış gibiydi, tokadı Yusuf'un yüzüne patlattı: - Sus bre terbiyesiz, sus! Padişahın, Halifemizin ismini, abdestsiz ağzına almaman gerekirken, ona nası hain dersin? Çavuş Ana'nın tepkisi Yusuf'u çok şaşırtmıştı: - Ama ninem, üle diyorlar! - Te be akılsız oğlum. Size dergâhta büle mi öğrettiler? Her söylenene emen inanın mı dedilee. Osmannı Sultanı'nın memleketini satçağına nası inanırsın bre? İnsan evladını satar mı? Osmannı memleketi Sultanın evladıdır! Sen, Birinci Abdülhamid Han'ı işitmedin mi? Sivastopal'daki katliam aberi geldiğinde felç olmuştu. İnsan, dileyerek ölüme gider, şehit olur, kahramanlık gösterir. Ancak, kimse dileyerek felç olamaz. Felç olmak için binlerce senede oluşan vicdan, şuur, mesuliyet, utunma duygusu gerekir. Yusuf, hâlâ ikna olmamıştı: - Herkes üle söylüyor. Çavuş Ana oturdu, ağlamaya başladı: - Vah Osmannı memleketi vah! Demek herkes, bi padişahın memleketini sattığına inanıyor ha?.. Biz bu kadar da bozulduk mu? Evladım, bu millet hakikaten buna inanıyorsa, bizim artık Urumeli'nde, buralarda tutunmamız imkansız gibi. Bizi geldiğimiz yere, Anadolu'ya kovalarlar. Hem de öldüre öldüre. Eğer, büle düşünenler çokluksa orda bile tutunamayız. Padişaha, halifeye olan bağlılık bitmişse, padişahın vatanı sattığına inanılıyorsa, biz çoktan ölmüşüz demektir torunum. Çavuş Ana, bastonuna dayandı, Yusuf'a hiçbir şey söylemeden küçük çocuk gibi içini çeke çeke gitti. Yusuf dona kalmıştı. Çavuş Ninesi'nin söyledikleri hançer gibi kalbine saplanmış, hele "Vah Osmanlı vah" diye çocuk gibi ağlaması ona çok dokunmuştu. Yusuf'un aklı başına gelir gibi olmuştu. Çavuş Ninesi ne kadar doğru söylüyordu. Fatihlerin, Yavuzların, Kanunilerin torunları, doğumuyla birlikte, saraylarda, devletine ve milletine sahip çıkmak üzere yetiştirilen, bütün Osmanlı halkını evladı bilecek şekilde eğitilen kimse, nasıl devletini, milletini satardı? "Eh Yusuf! Bu sefer baltayı tam taşa vurdun. Bakalım Çavuş Nine'nin yüzüne nası bakacakın? Büle bi gaflete nası düştün? Padişah hakkında sülenenlere çabucak nası inandın?" diye kafasını duvara vuran Yusuf, evlerinin dış kapısından babasıyla birlikte geleni görünce gözlerine inanamadı. DEVAMI VAR