Abdülaziz Han, o zaman şehzade olan Abdülhamid Han'ın sualine gülmüş ve "Pehlivanlar, misaldir. Pehlivanlara baktıkça, kendimin, Osmanlı mülkünün ve bütün İslam aleminin başpehlivanı olduğumu, bu ikisini korumak için çok gayret etmek lüzumunu hatırlıyorum. Pehlvanları gördükçe, onların temsil ettiği, bize Avrupa'yı vatan kılan alperenleri, onlar gibi çok çalışmak lazım olduğunu, sahip bulunduğumuz maddi ve manevi değerleri savunmak için gecemizi gündüzümüze katma mecburiyetinde olduğumuzu düşünüyorum." şeklinde cevap vermişti. Boğaz'ın ay ışığında pırıl pırıl yanan sularına bakan İkinci Abdülhamid Han, "Demek ki, şimdi Osmanlı mülkünün başpehlivanı ben oldum. Bu dayanılmaz yük, bu zayıf omuzlarıma yüklendi ha. Amcam Abdülaziz Han gibi bedenen başpehlivan olmama imkan yok. Ancak, en değerli hazine bilgiye kavuşmak, tebamı, halkımı mutlu etmek için çok çalışacağım. Bütün Osmanlı tebasını evladım bileceğim, sahip bulunduğumuz maddi-manevi değerlerimizi korumak için tam bir başpehlivan ve Avrupa'yı bize vatan kılan alperenler gibi olacağım." diye kendi kendine söz verdi. Tahta geçeli daha bir ay olmayan yeni Hakan, hayatı boyunca gerçek bir başpehlivan gibi bu sözünde durmakta kararlıydı. Osmanlı mülkünü ve kendisini çok zor günler beklediğini biliyordu. Amcası Abdülaziz Han gibi güçlü kuvvetli biri değildi, ama bu açığını, bilgi, cesaret, sabır, metanet gibi ruhi kuvvetlerle kapatmak azmindeydi. Deliorman'da, Demir Baba Dergahı'nda Yusuf, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda İkinci Abdülhamid Han, her ikisi de Osmanlı'nın birer ferdiydi. İkisi de kararlıydı başpehlivan olmakta. Zaman bakalım neler gösterecekti, kim hedefine ulaşacak, kim yolda kalacaktı? *** Ertesi gün, İsmail Pehlivan, Yusuf ve beraberindekiler, Demir Baba Dergahı'ndan ayrıldılar. Razgırad'a geldiklerinde akşam olmuştu. O gece, İsmail Pehlivan'ın bir tanıdığında misafir kaldılar. Yusuf, hemen hemen bütün gece uyuyamadı, heyecanlıydı. İki aylık ayrılıktan sonra, tekrar sevdiklerine kavuşacaktı. Büyükorta pehlivanı olarak ayrıldığı köyüne başpehlivan ünvanıyla dönüyordu. Deliorman'ın meşhur pehlivanı Deli Hafız'ı yenmişti. Yusuf ve ustası sabah erkenden atların sırtında yola çıktılar. Karaok, sanki Karalar Köyü'ne döndüklerini hissetmişti. Yusuf, Karaok'un kanatlanıp gitmesine, ancak dizginlerle mani olabiliyordu. Kel İsmil Pehlivan, Yusuf'a takıldı, "Bre Yusuf, bu Karaok'un sakın ola Karalar Küyünde bir sevdiceği olmasın."Yusuf, Karakok'u dizginlemekten ustasına cevap veremedi. Uzun bir yolculuktan sonra, Karalar Köyü'ne geldiler. Geldiler ancak, gördüklerine inanamadılar. Bütün Karalar köylüleri davul zurna ile köy girişinde kendilerine bekliyorlardı. Görünmeleriyle birlikte davul zurnalar vurmağa başlamış, feryatlar yükselmişti. Şu Deliormanı anlamak mümkün değildi. Gelişlerini kim, nasıl haber vermişti. Güreş haberleri nasıl böyle yayılıyordu. Yusuf, "Yoksa, Hızır aleyhisselam da güreş sevdalısı mı, bizi yakından mı takip ediyor" diye düşünmekten kendini alamadı. Yusuf, ninesi, anne-babası ve kardeşleriyle hasret giderirken, Karakok'ta nazlı nazlı kişneyip burnuyla kucaklaşma sahnelerine katılarak ben de sizleri özledim, diyordu. DEVAMI VAR