Yusuf, "Vurdulaa hocamı vurdulaa" diye ağlıyordu. İsmail Hoca, göğsünden vurulmuştu. Silah sesini duyan İbrahim Pehlivan da atını hızla sürerek geri gelmişti: -Yusuf, evladım, hocana noldu? -Vuruldu, İbram agam vuruldu. Bu sırada, eliyle Yusuf'u üstünden iten İsmail Hoca, güçlükle konuştu: -Siz hâlâ ne duruyorsunuz? Bi an önce gidin. Buna, hem İbrahim Pehlivan hem de "Seni bu halde burada bırakamayız" diye itiraz ettiler. İsmail Hoca, güçlükle konuşuyordu: -Bi an önce gitceksiniz, bu emirdir. Yanıma bi martini tüfee ile bol mermi bırakın! Göstereyim bu keferelere, İsmeyil Hoca'nın ölmediini. Yusuf, yalvardı: -Hocam, müsade it, hiç olmazsa, yaranı saralım. İsmail Hoca, kararlıydı: -Oğlum. Sizin bi an önce yola çıkmanız benim yaramdan çok çok önemli. Bırakın da, son yolculuğuma yaramdan kan aka aka çıkayım. Hemen yanlarındaki ağaca bir kurşun daha saplandı. Atlar huysuzlaşıyordu. İsmail hoca, bağırabildiğince bağırdı: -Adiyin derim bre, niçin duruyorsunuz? Ne laf annamaz adamlarsınız. Yusuf, İsmail Hoca'nın eline sarıldı, gözyaşları ellerini ıslattı: -Peki hocam, emen gidiyoruz. Hakkını helal et. -Helal ettim, oğlum. Her ne pahasına olursa olsun, Beşir, İstanbul'a ulaşmalı. Kabul olan dualar sizinle olsun. Hadi gidin. Yusuf, atına bindi, İbrahim Pehlivan da, "Hakkını helal et" diyerek, İsmail Hoca'yla tekrar helalleşti o da atına bindi ve kendilerini bekleyen, birbirlerine sarılıp, yanan konağa bakıp ağlaşan kadın ve çocukların yanlarına geldiler. Yola koyuldular, güneye, Eski Zağra'ya doğru. İlk hedefleri Selvi'ydi. Köyde tam bir katliam yaşanıyordu. Feryat eden insan sesleri, acı acı uluyan köpeklerin, ağıllarından ve damlarından çıkamadıkları için diri diri yanan sığırların, koyunların sesleri, tüfek gümbürtülerine karışıyordu. Havada, ağır bir yanık kokusu vardı. Tam bir dehşet yaşanıyordu. Yanan evlerin kapıları önlerinde tek başına ağlayan çocuklar, kendilerini götürecek birilerini beklerken, anneler, eşya kurtarma telaşındaydılar. Kimi anneler, "Çocuum, çocuum içerde kaldı" diye feryat ediyordu, ancak kimseye sesini duyuramıyorlardı. Sokaklar, vurulan, şaşkınca koşturan insanlarla doluydu. Şuursuzca kurşunlardan kaçmağa çalışanlar, kurşunların kucağına düşüyordu. Yanan evler, yerde yatan masum insanlar, kan içici, katil Rus ve Bulgarlar arasından yanındakilerle birlikte köyden çıkmağa çalışan Yusuf ile İbrahim Pehlivan, bu ana-baba gününde, diğer insanların yardımına koşamamanın acısında, utancında ve çaresizliğindeydiler. Şu anda, ikisi de köyde kalıp, çarpışarak şehit olmak için herşeylerini vermeğe razıydılar, ancak emir yüksek yerdendi, söz vermişlerdi, bir an önce Eski Zağra'ya ulaşmalıydılar. Zaman zaman Bulgar ve Ruslar, önlerini kesmek istemiş, martin tüfekleriyle kendilerine yol açmış, çok güç şartlarda, köyün hemen güneyinde başlayan ormana ulaşmışlardı. Orman, kendileri gibi, katliamdan kaçanlarla doluydu, kimsenin gözü kimseyi görmüyordu, herkes kendi canının derdindeydi. İbahim Pehlivan, katliam manzaralarına daha fazla dayanamıyacağını anladı, kararını verdi. Devamı var