Vakti zamanında uzaaak diyarlarda dağ gibi yükleri sırtında taşıyan bir hamal yaşardı.
Yük onun geçimiydi; ama zamanla geçim derdi, geçimlikten çıkıp geçimsizliğe dönüştü.
Çünkü hamal, yalnız bedeninde değil, zihninde de yükler biriktiriyordu. Düşünceler, endişeler, pişmanlıklar… Her biri görünmeyen bir çuvaldı sırtında…
Bir gün, bir gemi yanaştı limana.
Kaptan bağırdı: “Bu gemi, nasip diyarına yol alacak. Gelmek isteyen binsin!”
Hamal heyecanlandı.
“Bu yükleri başka diyarda satar, ömrümce rahat ederim” dedi. Geminin güvertesine çıktı, ama bir tuhaflık vardı… Gemi yelken açtı, dalgalarla süzüldü, ama hamal hâlâ sırtında yükleriyle ter döküyordu.
Dedi ki:
“Ey yolcu, bu gemi zaten yürüyor.
Sen ne diye hâlâ sırtında yük tutarsın?
Gemiyi sen taşımıyorsun, aksine yük seni yere çekiyor.
Kader yürürken sen neden yorgunluk biriktiriyorsun?”
Hamal durdu. İlk kez sırtındaki yükün sadece ağırlığını değil, manasını da hissetti. Birer birer indirdi çuvalları. Ve bir hafiflik geldi ki omuzlarına, sanki kuş oldu gönlü, sanki dünya başka bir âleme açıldı o an.
Yaşlı derviş gülümsedi; “Gördün mü, zihin de bir sırttır. Ne kadar endişe yüklersen, o kadar kamburlaşırsın. Kaderin gemisi yürümekte. Senin ter dökerek bu gidişe müdahale etmen, bir çocuğun rüzgârı durdurmaya çalışmasına benzer…
Unutma ki; taşımakla değil, bırakmakla hafiflersin. Olacak olan olur…
Olmayacak olansa, zaten yük etmeye değmez.
Terlemene gerek yok; gemi zaten gidiyor…”
Halime Gürbüz'ün önceki yazıları...