Makedonya'nın meyve deposu

A -
A +
Göz alabildiğine bağların uzandığı Ustrumca'nın bereketli topraklarında envai çeşit meyve ve sebze yetişiyor, şehir tüm ülkeyi besliyor....
Şehir efsanesi midir bilinmez ama duyduğumuz doğruysa Makedonya'nın Ustrumca şehrinin adı "üstü Rumca"dan geliyormuş. Kasabanın altı Türkçe, üstü Rumca konuşuyormuş o yıllarda. Ustrumca toprakları bereketli mi bereketli. İçinden geçen Ustruma Irmağı ovayı kandırıyor suya.
Yazları sıcak, kışlar ılık ve yağışlı, bildiğiniz Akdeniz iklimi hüküm sürüyor. Rakımı 250 metre civarında, kividen zeytine ne eksen yetişiyor. Tarlada bastonunu unutsan filiz veriyor sabaha.
Ustrumca'ya kaleden bakmak mümkün değil güneşe tutulmuş ayna gibi parlıyor zira. Niye? Çünkü boydan boya sera, arazi poşete sarılmış âdeta. Domateslerin iki tanesi bir okka, hıyarı nasıl sulu ısırınca su fışkırıyor sağa sola. Ama en meşhuru biberi, çarlistonlar etli etli ve kendine has bir acılıkları var. Hiçbir şey bulamasalar üç beş biberi zeytinyağında çeviriyor, üzerine sarımsaklı yoğurdu döküp yumuluyorlar tavaya. Haa satınca para etmiyor o başka.  
Hele o karpuzları. On kilodan aşağı geleni yok, bıçağı gördü mü çatır çatır yarılıyor. Nasıl bizde Antalya bütün Türkiye'ye mal yollar, Ustrumca da koca Makedonya'yı besliyor. Erikmiş, kayısıymış, şeftaliymiş, elmaymış, dutmuş, armutmuş kimse bakmıyor. Bağlar göz alabildiğine uzanıyor. Ama beni en çok ıhlamur ağaçları şaşırtıyor. Yer gök ıhlamur, kokusu da baş döndürüyor. İnanabiliyor musunuz, ıhlamurun para eden bir mal olduğunu bilmiyorlar daha.
AH RUMELİ
Efendim Ustrumca 1395 yılında Türklerin eline geçiyor ve 1912 yılına kadar bayrağımız dalgalanıyor. 1324 (1906) tarihli Selânik Vilâyeti Salnâmesi'ne bakılırsa nüfusu 9320. Kamûsü'l-a'lâm'da altmış beş köyü olan bir kaza şeklinde tasvir ediliyor. Yunanlar için iki, Müslümanlar için yirmi bir, diğer Hıristiyanlar için on okul olduğu yazılıyor.
Ayverdi, on üç cami, bir mescit, üç tekke ve bir imaret (II. Bayezid'in veziri Koca Mustafa Paşa'ya ait) bulunduğundan söz açıyor. Yirmi bir köyünde de cami var, hoca efendiler talebe okutuyor.
Ustrumca Osmanlı ordusu için arpa buğday et pirinç üretiyor, güçlü mandıraları yağı peyniri tulumlara basıyor.
Banica, Bansko, Borisovo, Ednokukevo, Nova Mahala, Sekirnik, Ştuka ve Suşica köylerinde hâlâ camiler duruyor. 1613 yaptırılan Kâtib Durak Orta Camii sapasağlam ayakta. Toygun Paşa Camii Şâbânî türbe ve tekkesi ona keza.

ZOR YILLAR
1880'lerden sonra havali huzura hasret kalıyor. Rum, Bulgar komitacıları dağları tutuyor. Abdülhamid Han hal edilince ümmet sahipsiz kalıyor. Balkan Müslümanları Jön Türklerin ve İttihatçıların hataları yüzünden habire bedel ödüyor.  
Yaşanan irili ufaklı muharebeler sonrasında önce Bulgarların sonra Yunanların eline geçen Ustrumca sonunda Sırp- Hırvat- Sloven krallığına düşüyor. Defalarca ateşe veriliyor, güzelim mescitler, medreseler yok ediliyor.
Sonrasını biliyorsunuz Sosyalistler darbe yapıyor, işte en büyük göç de o vakit yaşanıyor. Tito her kesime aynı mesafede duruyor gibi görünse de Müslümanların sayısından endişe ediyor. Türk hükümetlerini de oyuna dâhil edip bir göç kampanyası başlatıyor.
ŞEYTANIN AKLINA GELMEZ
Bakın proje nasıl yürütülüyor. Diyelim siz köyün ileri gelenisiniz, partizanlar haber yolluyorlar filan vakte kadar pılını pırtını topla git yoksa kızını kaçırıp, kapatacağız kışlaya. Eh artık kaç kişi geçerse ırzına...
Adam telaşlanıyor tabii, bağı bahçeyi gözü görmüyor. Üçüne beşine bakmıyor ama al deyince mal mundar oluyor. Panik içinde toplanıyor, önüne konan bütün evrakları imzalayıp "mülküm yoktur" diye beyanda bulunuyor. (Ne hikmettir bilinmez bu beyanı bizzat Türk Hükümeti istiyor.) Tito güzelim gayri menkullere karşılık Ankara'ya kuruşlu paralar ödüyor, çoğu defa borcunu Goranje marka buzdolapları ve çamaşır makineleri ile kapatıyor ki alayı tel maşa.
Hani derler "İslam bir millet küfür bir millettir" bu defa sıra partizan içindeki Türklere geliyor. Halkın arasına girip "gördünüz bak hoca da kaçtı, eşraftan filan filan kaçtı, ben size söylüyordum fena şeyler olacak, inanmıyordunuz demek ki onların da bildikleri var."
İş ırz namus olunca fısıltılar yayılıyor. Bavulunu toplayan toplayana.
Bosna, Sancak, Kosova... Her yerde aynı propaganda... Sadece Makedonya'dan 2 milyon soydaşımız Anadolu'ya akıyor. Ki bu göç olmasa bu gün kesin ay yıldız vardı bayrağında.

BASKILARA RAĞMEN
Neyse biz dönelim Ustrumca'ya, şehrin önde gelenleri göçüyor ama Müslüman Romenler direniyor, onca çileye sıkıntıya tahammül ediyorlar. Kim bilir belki de mal mülk sahibi olmadıkları için partizanların gözüne batmıyor. Hâlihazırda şehirde yaklaşık 2 bin haneleri, civar köylerde de hayli ağırlıkları var.
Berrak bir Türkçe ile konuşuyor, Türkiye de olup bitenleri dikkatle takip ediyorlar. Evlerinde camilerinde Türk bayrakları dalgalanıyor. Burada nazlı hilal çok kıymetli, gencin biri, "Türk bayrağına sahip olabilmek için folklor ekibine katılıp İstanbul'a gitmiştim" diyor. "Ama bayrak çarşıda pazarda satılan bir şey değil ki alsam. Artık son gün oldu, salondaki vazifelilerden birine dedim veresin bana şu küçük bayrakçıklardan elim boş dönmeyeyim Makedonya'ya. Sanırım sesim titredi gözlerim sulandı, dokunsa ağlayacağım oracıkta. Sağ olsun en büyük bayrağı verdi bana. Ne ki şimdi düğünlerde bayramlarda asarız çatıya."
GÖRMEK LAZIMDI
Bayrampaşa Belediyesinin düzenlediği Bereket Konvoyu Balkanların bir çok şehrinde iftar verdi, bizden sesler ve renkler sundu dostlara. Ancak Ustrumca'da başka karşılandı, bu bir ilkti zira. Masaları iskemleleri onlar yaydı, yerli gençler koştu aşçıların yardımına. Bir örnek tişörtler giymiş delikanlılar alanın güvenliği için yayıldılar kenarlara.
Nasıl mutluydular anlatamam "sanırlar bizi sahipsiz, gürsünler bakalım kim var arkamızda!"
Anneler çocuklarına en güzel elbiselerini giydirmiş sanki bayram ziyaretine çıkmışlar. Ufaklıkların isimleri Ahmet, Mahmud, Muhammet, Mustafa, Aişe, Fatıma, Hatice, Medine, Ravda...  Hangisine oku bir subhaneke desen bülbül kesiliyor. 32 farzı ezbere sayıyor, elif baları ellerinden düşürmüyorlar. İslami bir uyanış hissediliyor açıkça.
Ve Ustrumca meydanında belki bir asır sonra kuran sedası yükseliyor dalga dalga. Hoca efendi öyle bir Rahman suresi okuyor ki çıt çıkmıyor koca meydanda. İstanbul aksanı ile ezan-ı şerifi okuduğunda görmeniz lazımdı. O gözyaşları, hıçkırıklar...
Ve bir talebe sahneye çıkıp Bilal-i Habeşi ve Hazret-i Ebubekir'e (radıyallahu anhüm) ait iki menkıbe anlatıyor. Alkıştan avuçları patlıyor âdeta.
Ustrumcalılar tek fire vermeden meydanda kalıyor, sahne kapanıyor ışıklar sönüyor, ama dağılmıyorlar.
Bu ne sevgi, bu ne ihlas?
Ah Rumeli dedirtiyor insana.  

BIÇAĞI GÖRDÜ MÜ YARILIYOR
Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü Ustrumca'nın karpuzları da bir başka... On kilodan aşağı geleni yok, bıçağı gördü mü çatır çatır yarılıyor. Şehirde yetişen erik, kayısı ve şeftaliler de bol ve lezzetli.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.