Sarı Saltuk'un izinde...

A -
A +
Efendim geçen hafta Makedonya'nın Ohri şehriyle alakalı bir şeyler yazmıştık, bitiremedik. 
İhtimal yine öyle olacak, bu topraklarda öyle zengin bir kültür var ki yaz yaz bitmiyor. Sayfalar yetmiyor. Bir seher vakti zikre katılıyoruz. Her ne kadar Halveti harmaniyelerine bürünmesek de, keçe külah, ak arakıye giymesek de edebimizle oturuyoruz köşede.
Hani bir söz vardır Tekkeye giden çorbayı içer. Zikrin hitamında közde pişmiş okkalı kahve geliyor. Cemaat dağılırken, Pir Hayatî Hazretlerine Fatihalar okuyor.
Ohri'de başka hangi türbeyi ziyaret edebiliriz diye sorunca alıp Kaleye götürüyorlar. Yusuf Sinanüddin Hazretlerinin mekânı çok hoş, Osmanlı kokuyor.
Mübarek varidatlı bir Müslümanmış. Malını mülkünü hayra harcıyor. Vakfiyesine bakarsanız bir devlet bağışlamış, ne araziler ne araziler... Hanlar hamamlar, sıra sıra dükkânlar...
-Peki başka?
-Bir de Sarı Saltuk Hazretleri var ama?
-Aması ne?
-Biraz uzak,
-Olsun fark etmez, buralara bi' daha ne zaman geleceğiz di mi ama?
Dedikleri kadar varmış epey çekiyor. Lâkin yol keyifli sağınızda lacivert göl, solunuzda bahçeler, villalar. Bayağı gidiyoruz, taaa Arnavutluk hududuna.

Ancak orada beklediğimiz gibi bir türbe bulamıyoruz. Evet, zamanında varmış ama Türkler çekilince seccade bile bırakmamışlar. Göle hâkim tepede devasa bir manastır var. Burada medfun olan zata Ortadokslar Sveti Naum diyor, Müslümanlar ise Sarı Saltuk diye biliyorlar.
Zaten halk arasında Saltuk Gazinin zaman zaman manastırlara yerleştiği anlatılıyor. Mesela Leh ülkesinde de Rahip Sveti Nikola'nın kılığına girdiği ve insanları İslam'a davet ettiği söyleniyor.
DERVİŞ GAZİ
Ebülhayr Rumi'nin topladığı Saltuknamelere bakılırsa (1480) mübareğin asıl adı Hasan oğlu Şerif Hızır, temiz soyu Efendimize (Sallallahü aleyhi ve sellem) uzanıyor. İhtimal Saltuk lakabı bir kahramanlık üzerine verildi, Oğuz Kağan'dan hatırlayın Türklerde öyle bir usûl bulunuyor zira. Ünlü Alperen dedesi Hazret-i Ali'ye yakışan bir cengâver. İyi ok atıyor, iyi kılıç tutuyor, iyi ata biniyor ve çok çok iyi yüzüyor. Mümin cinlerden ahiret kardeşleri var, güvenilir kaynaklardan haberler geliyor. Nereden çıkacağı belli değil, bu yüzden küffar çok çekiniyor. Şerif  Hızır, üç yaşında babasını kaybeden bir yetim, onu lalası Seravil yetiştiriyor. Kuru bir cengâver değil, ilim sahibi, kalemi zevkle okunuyor, kelamı hazla dinleniyor. Sarı Saltuk hazretleri affetmeyi seviyor, yendiği yiğitlere kıymıyor. Onları bağışlıyor ve yeni bir ad veriyor. Mesela amansız hasmı Alyon'u alt ettiğinde adını İlyas olarak değiştiriyor.
SEYYAHLARIN SATIRLARINDA
İbni Batuta Seyahat-nâmesi'nde Sarı Saltuk'un keşf sahibi bir Allah dostu olduğunu yazıyor. Evliya Çelebi'ye göre ise Sarı Saltuk'un adı Muhammed Buhari, Ahmet Yesevi Hazretlerinin halifelerinden olup  99 yıl yaşıyor, zehirlenerek şehit ediliyor.
Sarı Saltuk hazretlerinin de aynı Yunus Emre gibi çok sayıda makamı bulunuyor. Rivayete göre mübarek son demlerinde "7 tabut yaptırın, götürüp yedi ayrı şehre defnedin" diye vasiyet ediyor. Zikrolunan tabutlar Tatar Hanına, Rus Knezine, Üngürûs (Macar) Kralına, Eflâk (Romanya), Leh (Polonya), Çeh (Çek), Bosin (Bosna), Beravati (Hırvat) ve Gırnata prenslerine veriliyor.
Bu gün sadece Ohri'de değil, Babadağ'da (Romanya), Blagay'da (Bosna), İznik'de, Babaeski'de, Edirne de, Hozat'ta, Bor'da, Diyarbakır'da ve İstanbul'da (Rumeli Feneri) makamı olduğu biliniyor. Hangisinde metfun olduğu meçhul ancak kesin olan bir şey var ki okuduğunuz Fatihalar yerini buluyor.

GUTENBERG USULÜYLE
Biliyorsunuz ilk kâğıdı Çinliler imal etti. İlk tahta baskıyı (bir nevi matbaa) Uygurlar soktular hayata. Ohri'de asırlık bir evin altında kağıt imal edildiğini duyuyoruz. Aynen hayat bilgisi kitaplarından okuduğumuz gibi selüloz parçalarını eritiyor çökeltiyor, presleyip kurutarak kağıt yapıyorlar. Ayrıca Gutenberg devrinden kalma bir matbaaları var. Elle kullanıyor Ohri manzaraları basıp satıyorlar.

Neden geldik İstanbul'a
İçlerini bilemeyiz ama Ohri'deki soydaşlarımız huzurlu görünüyor. Sahi o yıllarda ne oldu da bu güzel yerleri terk ettiler acaba?
Meydandaki asırlık çınarın altında bize kahve ısmarlayan Adem Bey "göçün tek sebebi var" diyor,  "propaganda!" -950'li 60'lı yıllar. Neymiş efendim Müslümanlara çok fena şeyler olacak. Yok mektepler kapatılacak, camiler mühürlenecek, isimler değiştirilecek filan.  Kalkıp da biri desin baskı gördüm. Yok öyle bir şey. Kendi kendimize korku ürettik. Biri gitti, dur ben de geliyorum. Dile kolay tam 2 milyon kişi düştü yollara. O göçler olmasa Makedonya devletinin bayrağı Ay yıldızlıydı şu anda. O vakitler göç edecek olan Yugoslav makamlarına müracaat eder, 'benim burada gayrimenkulüm yok' der bir kağıt alır karşılığında. Mallarımız yük olmaya başladı, para da etmez o sıra. O canım evleri bahçeleri hısım akrabasına hediye eden edene, onlar da istemez. Yarın ben de gidersem ne yapacağım? Dolanmasın ayağıma. Gayrimüslim komşuna bırakanlar bile oldu hatta. Ki şu anda para yetmez onlara.  Eğer öyle bir uygulama olmasaydı şimdi gelip sahiplenebileceklerdi. Makedonya'da yabancılar da mülk edinebiliyor zira.  Peki diyeceksin niye gittiler? Evladı kaybolmasın, dinsiz olmasın. Gelgelelim Türkiye'ye gidenlerden de hassasiyetini kaybedenler oldu, medeniyetimize yabancılaştılar. Bazıları sadece Türk kimliği ve Müslüman adı taşıyor o kadar. İnanın buradakiler daha sağlam. Biz bu topraklardan kovulmadık, kendimiz ettik kendimiz bulduk, şikâyete de hakkımız yok bu saatten sonra.
EZAN SESİNE 
Aynı soruyu değerli büyüğümüz Veysel Gani beye soruyorum.  "Tito zamanında dengeli bir politika vardı" diyor, "tamam Yugoslavya komünist idi ama bir Arnavutluk, bir Küba olmadı asla. Babamız takkesiyle, validemiz çarşafı feracesi ile dolanabiliyordu sokaklarda.  Lakin büyük bir Türkiye muhabbeti, dayanılmaz bir İstanbul hasreti vardı, dinini yaşama kaygısındaydılar malı mülkü gözleri görmedi asla.
Kalanlar daha dindarlar ama?
Sosyoloji böyledir işte, hesaplayamazsın. İki kere iki aritmetikte dört eder anca. Bence artık geçmişi bırakıp önümüze bakmamız lazım. Makedonya'daki Türk varlığı endişe verici bir şekilde azalıyor. Cumhurbaşkanımız bizden üç çocuk istiyor ya, onlardan da istesin. Ailelere ufak takviyeler verilebilir icabında.

SÜVARİ TIRAŞI
Rumeli insanı ürettiği pratik çarelerle tanınıyor. Bakın bu berber koltuğu küçük beyleri cezbediyor, minik süvariler hayallerindeki ülkeye gidinceye kadar tıraşları bitiyor.

DÜNYANIN İLK ÇAMAŞIR MAKİNESİ!
Burada arkdan ayrılan bir suyun hızla tekneye indirildiğini görüyoruz.  Basınçlı su adeta daireler çizip kenardan taşıyor. Efendim bu bir çamaşır makinesi. Urbalarınızı leğene yatırıp kirlerini kabartıyorsunuz, sistem şanzımanlı Arçelik gibi çalkalayıp arındırıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.