Müslümanca mücadele: Açık sevgi, açık muhalefet...

A -
A +

Ülkemiz açısından önemli bir tarihî kırılmanın sene-i devriyesinden geçiyoruz. Malum tarihsel ifadesiyle, dönemsel adı “17-25 Aralık” olarak zihinlere kazındı.
Bu denli büyük bir hadise dahi, üzerinden sadece iki sene geçmesine karşın aslında pek çok zihinde sadece dönem adıyla hatırlanıyor; “17-25 Aralık” diye.
Fakat bu hadise bu toplum açısından, özellikle de çağdaşları açısından sadece dönemsel adıyla hatırlanamayacak kadar önemlidir. Türkiye’nin bütün sosyolojik kodlarını etkileyen hatta derinden sarsan bu hadisenin ülkemizde bir daha yaşanmaması için herkesin bu hafızayı iyi koruması esastır.
Devleti bütün yapısıyla birlikte ele geçirmeyi bir amaç hâline getirmiş “cemaat”in, masum duyguları harekete geçirmede kullandığı en önemli araç, maalesef “din” faktörü olmuştur.
Arkalarından sürüklenenler, masum duygularla inançlarına hizmet ettiklerini düşünürken, işin başında olanlar bambaşka emellerin peşinden gitmişler. Bunu, bugün itirafçı konumunda olan pek çok kişi aynı şekilde ifade ediyor; her ne kadar itirafçıların itibarını sarsmak için “bunlar aklî melekelerini yitirmiş” deseler de bu, olayın dışındaki akıllar tarafından gerektiği gibi değerlendirilebilmektedir.
17-25 Aralık’ın ne olduğunu anlamak ya da “devlet neden bu kadar konunun üzerine gidiyor” diyenlerin, işi hâlâ kavramakta zorlandıklarını ifade etmek için basit bir mantık kurup; (Allah korudu) ama sadece bir an düşünüp “Eğer başarılsaydı neler olurdu?” sorusunu sormak bizim için gayet yeterlidir.
Bugün mesele yargıdadır. Kim masum kim masum değil elbette yargı bunu ortaya çıkaracak. Fakat o günler farklı cereyan etseydi bugün, başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere kimler ne hâlde olabilirdi. Daha ötesinde ise devletimiz ne hâlde olabilirdi.
Buna, “Ne olacaktı canım sadece AKP iktidardan giderdi” diyenler, bilsinler ki bu düşünce, güçlü ve Yeni Türkiye imajından rahatsız olan, 17-25 Aralık’ın açık ya da gizli faillerinin ifadelerine hizmet etmektedir.
Bugün 17-25 Aralık artık inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Bunu inkâr etmek meseleyi bir hayale boğmaktan başka bir şey değildir. Kaldı ki sonuçları itibariyle gayet gerçektir.  
Dolayısıyla bir devlet de, ne yapması gerekiyorsa onu yapmaktadır.
Kendisini “Müslüman” olarak ifade eden insanların mücadelesi de Müslümanca olmalı idi. Yani sinsi ve kumpaslarla değil, açık ve aleni.
Eğer AK Parti’yle bir sorunu var idiyse bu “cemaat”in, demokratik bir ülkede açık bir muhalefet politikası izlemeleri, daha onurlu ve daha Müslümanca olurdu.
Onların gizlice yapmaya çalıştığının hesabını bugün devlet açıktan soruyor. Hiçbir akıl “bu işin üzerine gidilmesin” diyemez. Kaldı ki devlet aklı hiç diyemez.
Osmanlı’da II. Murat bile, Fetret Dönemi’nin "cemaat" içerikli hadisesi olarak bilinen "Şeyh Bedrettin Olayı"ndan sonra pek çok tarikatı ve cemaati denetlettirmiştir.
Hatta bunlardan biri de; mürit sayısı bir hayli fazla olan ve inanç tarihimizin sembol şahsiyetlerinden Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin tarikatı 'Bayramîlik’tir. Fakat bu tarikatta herhangi bir sıkıntı olmadığı anlaşılınca Hacı Bayram-ı Veli hazretleri Osmanlı medreselerinde müderrislik dahi yapmıştır.
Gerçek bir Müslümanın ne olması ve nasıl olması gerektiği konusu elbette beni aşan bir konudur.
Fakat sade bir Müslüman olarak bildiğim en önemli şeylerden biri, Müslümanın sevgisinde de muhalefetinde de açık olması gerektiğidir. Varsa baştakilerle bir sorunu, açık ve demokratik bir mücadele vermeli; yoksa da devletinin başındakine saygı duymalıdır.
Yine bildiğimi düşündüğüm bir başka Müslüman hasleti ise asla sinsi olunamayacağıdır…
Not: Hayatımızdaki tüm güzelliklerin müjdecisi Resûlullah Efendimizin dünyaya teşriflerinin ve Mevlid Kandili’mizin bütün insanlığı şefkatiyle kucaklamasını Rabbimden niyaz ediyorum...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.