ABD, AB, Kıbrıs ve Irak'tan oluşan bir mönü var önümüzde. Garnitür ve sos olarak, IMF göz kırpıyor. IMF'nin garnitür ve sos olarak algılanması onun önemsiz olduğu anlamına gelmiyor; tam tersine, IMF, bir 'olmazsa olmaz' olarak kendini dayatıyor. Seçme ve pazarlık marjımız son derece sınırlı. Argo tabiriyle, 'yersen' diyorlar. Ulusal ve uluslararası piyasalar hararetle Stand-by'ı bekliyor. Piyasa oyuncuları, koro halinde "Bekledim de gelmedin, sevdiğimi bilmedin!" gibisinden bir şeyler mırıldanıyor. Sebebi son derece açık: Hatırlanacağı gibi, 17 Aralık 2004, AB virajından önce, Devlet Bakanı Ali Babacan, IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı ve Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti ile birlikte ortak bir basın toplantısı düzenleyerek, imzalanacak üç yıllık yeni Stand-by'ın omurgasını açıklamış, piyasalara güven vermişti. Piyasalar, imzayı bekliyor. IMF'siz olmaz mı? Cari açıkta ortaya çıkan artış, mali disiplini ve IMF destekli bir borç yönetimini daha da zorunlu kılıyor. Cari açığı tartışmak aslında ne demektir? Hemen ifade edelim ki, cari açığı tartışmak, büyümenin ve finansal istikrarın sürdürülebilirliğini tartışmak demektir. Büyüme, ileride yeşermesi kesin olan bazı problemlerin tohumlarını ekiyorsa ve sürdürülebilir değil ise, o zaman, 'hormonlu' diye niteleniyor. Ekonomik büyümenin, hormonsuz bir ortamda gerçekleştirilmesi gerekiyor. IMF'ye verilen niyet mektupları, ekonomiyi felç eden hormonları temizlemeyi öngörüyor. "Hormonsuz büyüme" kavramı ile anlatılmak istenen şu: * Büyümenin bileşimi ve finansmanı fiyat istikrarını tehdit etmemeli, telef etmemeli, büyüme krize toslamamalı. * Büyüme, sürdürülebilir olmalı, istikrarlı olmalı. * Büyüme, cari işlem açıklarını finanse edilemez boyutlara taşıyarak, ekonomiyi saatli bir bombanın üzerine oturtmamalı. * Büyüme, ekonomiyi uluslararası rekabet ortamından koparmamalı. Türkiye ekonomisinin "yüksek iç talep" ve "dış kaynak" sağlandığı sürece, kronik enflasyona rağmen hormonlu bir biçimde büyüyebildiğini, sonra da krize tosladığını, biliyoruz. O zaman karşımıza, "sürdürülebilir-büyüme" ve "sürdürülebilir istikrar" gibi söylemesi kolay, gerçekleştirilmesi oldukça güç bir temel hedef çıkıyor. Yapılan ampirik araştırmalar, fiyat istikrarını sağlayan düşük enflasyonlu ülkelerde, ortalama büyüme hızının daha yüksek ve hormonsuz, enflasyon oranı yüksek olan ülkelerde ortalama büyüme hızının daha düşük, dalgalı ve hormonlu olduğunu ortaya koyuyor. Fiyat istikrarı, hormonsuz büyüme için uygun bir zemin oluşturuyor, ama sürdürebilir büyümeyi garanti etmiyor. AB ülkelerinde, hormonsuz büyüme için gerekli olan çerçeve, Maastricht Kriterleri ile belirlenmiş. Bütçe sıkı olursa... Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, ''2005'te malî disiplinin sağlanması hususu en önemli önceliğimizdir" diyor ve ilave ediyor: "....Paran olduktan sonra elin güçlenir. Bütçe böyle sıkı olursa, Dışişleri Bakanı'nın toplantılardaki yürüyüşü bile değişir..." Sayın Bakan haklı, ülkemiz sık sık 'ülke riski' adı verilen analizlere konu oluyor. Söz konusu analizler; 'ekonomik risk', 'politik risk' ve 'finansal risk' olmak üzere üç ayrı boyuttan türetiliyor, not almaya devam ediyoruz. Ne var ki, bütün bu gerçeklere rağmen topluma, hastalığın tedaviden daha iyi bir alternatif olduğu söyler ve bu optik yanılgının kabul ettirilmesinde başarılı olabilirsiniz. Yıllarca böyle politikalarla idare ettik, sonuç ortada. Geçmişte çözüm diye önerilen birçok politikanın, istikrarsızlığın tohumlarını ektiği hâlâ anlaşılmamış. Ne diyebiliriz?