İstanbul'un manevi ziyaret merkezi

A -
A +

İstanbul'da hatta Türkiye'de en çok ziyaret edilen yer, Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin türbesidir. Ebû Eyyûb-i Ensârî ilim ve takvada da çok ileri idi. Vahiy kâtipliğinde bulunmuştu. Hemen birçok Sahâbî kendisinden ilim ve hikmet dersleri almış, Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin doğru anlaşılmasında kendisine müracaatta bulunmuştur. Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilenlerin meşhûrlarındandı. Her gittiği yerde "Mihmandâr-ı Nebevî" olarak büyük alâka ve hürmet görmüştür. İşte bu büyük insan, Hazreti Muaviye'nin İstanbul fethi için teşkil ettiği orduya büyük bir arzuyla katıldı. Çünkü Resulullah efendimizin kendisine bildirdiği bir sır vardı içinde. Resûlullahın İstanbul fethi için verdiği bu müjdeyi kalbinin derinliğinde bir sır gibi saklıyordu. Yaşı ilerlemesine, seksenin üzerinde olmasına rağmen bu müjdeye kavuşma şerefi ve heyecanıyla dolu idi. İstanbul'un fethi için yola çıkan ordu ile İstanbul önlerine kadar geldi. Çarpışmalar sırasında hastalandı ve yatağa düştü. Hasta yatağından harbin seyrini takip ediyor ve bir an önce iyileşip, savaşmayı arzuluyordu. Ordu kumandanı Yezîd bin Muaviye kendisini bizzat gelip ziyâret etti. İyi olması temennisinde bulundu. Yezîd'in ziyâretinden memnun olan Ebû Eyyûb-i Ensârî ecelinin yaklaştığını hissederek, Yezid'e Peygamber efendimizin "Kostantiniyye'de kalenin yanında bir recul-i sâlih defin olunacaktır" hadisini naklederek; "Şayet burada vefât edersem, cenazemi hemen defnetmeyin. Ordunun gidebileceği yerin en ileri noktasına kadar götürün ve beni oraya defnedin." vasiyyetinde bulundu. Mihmandâr-ı Nebevî, manevî olarak defin edileceği yeri görmüş ve müslümanların hayâli olan İstanbul fethine bir adım daha yakınlaşmak istemişti. Gerçekten bir müddet sonra Ebû Eyyûb-i Ensârî ruhunu Rahman'a teslim etti. En uç noktaya defnedildi. Hz. Ebû Eyyûb-i Ensârî sağlığında göremediği o fethi vefâtından sonra kabrinden temaşa etmişti. Bu bakımdan İstanbul'un manevî fatihi olarak kabul edilen Ebû Eyyûb-i Ensârî, bu toprakları asırlardır şereflendirmiş ve nurlandırmıştır. Onun defnedilmesinden sonra ordu kumandanı Yezîd, Bizanslıların kabre zarar vereceği haberini alınca, bu mübarek sahabenin mezarına bir zarar gelmemesi için, Bizans Kayserine bir elçi gönderdi. Orada yatanın Peygamber Mihmandârı olduğunu ve ona gelecek en küçük bir zararın, İslâm dünyâsında bulunan bütün kiliselerin yıkılıp yerle bir olmasına sebep olacağını ihtar etti. Gerek bu tehdit, gerekse Hazreti Peygamberin büyük Sahâbîsi olması sebebiyle, Hıristiyanlar onun mezarına zarar verememiş, hattâ müslümanlar gibi ziyâret ederek manevî yardımını dilemişlerdir. Zamanla o mezarda yatan zâtın hüviyeti Bizanslılarca unutulmuş, fakat manevî havası sonraki asırlarda da devam etmiştir. Bundan sonra İstanbul üzerine daha pek çok sefer tertip edilmiştir. Ancak her defasında muhkem kalelerle korunan şehir fethedilememiş, bu şeref Osmanlı Pâdişahı Fatih Sultan Mehmed Hân ve askerlerine nasip olmuştur. Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmed Hân 1453'te İstanbul'un fethini gerçekleştirdikten sonra devrin büyük âlim ve gönül sultanlarından Akşemseddin hazretlerinden bu kabrin yerinin bulunmasını rica etti. Akşemseddin, Sultana hitaben; "Sultanım ben geceleri şu semtte bir yere nûr inmekte olduğunu görüyorum. Zannederim ki, o nurun indiği yerde, o mübareğin kabr-i şerîfi olsa gerektir" buyurdu. Beraber bugünkü türbenin bulunduğu yere geldiler. Akşemseddin hazretleri bir müddet teveccühte bulunduktan sonra: "Evet, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin ruhu şerifi ile şimdi mülâkatta bulundum, İstanbul'un fethini tebrik edip, "Beni zulmet-i küfürden kurtardınız." buyurarak ferah ve sürûrunu belirtti, buyurunca, Fatih Sultan Mehmed Hân buraya türbe yaptırarak Müslümanların istifadesine sundu. ( Evliyalar Ansiklopedisi serisi: İSTANBUL EVLİYALARI-Türkiye Gazetesi yayını)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.