Ülkemizde, okuma yazma oranının yükselmesine ters orantılı olarak, kültür seviyemiz de devamlı düşüş kaydediyor. Konuşmada, yazmada akıl almaz hatalar yapılıyor. Buna paralel olarak, dini eğitim seviyemiz de çok düştüğü için, dini terimler de yerli yerinde kullanılmıyor. Bunun için de büyük hatalara, hatta küfre, dinden çıkmaya sebep olacak ifadeler kullanılıyor. Bu tür hataların başında da "Yaratmak" kelimesi geliyor. Yaratmak yani, yoktan var etmek Allahü teâlâya mahsus olduğu halde insanlar için de kullanılıyor. Bu kelimeyi mecazi manada kullanmak da, çok tehlikelidir, küfre dinden çıkmaya sebep olur. Çünkü, âyeti kerimelerde, "Herşeyi O yaratmıştır." (En'am 101), "Yaratmak O'na mahsustur." (A'raf 54) buyurulmuştur. Dini terimler kullanılırken büyük bir yanlış da, "Mucize" kelimesinde yapılıyor. Gazetlerde sık sık şöyle haber başlıklarına rastlıyoruz: "Mucize indirim" "Onuncu kattan düştü, mucize olarak kurtuldu" "Bir mucize gerçekleştirdi" vs. Mucize peygamberlere mahsus olduğu için, böyle ifadelerle, bu kimselerin Peygamber olduğu ifade edilmiş olur. Bunda niyete bakılmaz, söze bakılır. Herhangi bir kimseye peygamber demek küfür olur. Allahü teâlâdan başkasına yaratıcı demek de böyledir. Müslümanlar, böyle tehlikeli şeyler söylememelidir. Çünkü, mucize sadece peygamberlerde görülür. Mucize, bir peygamber tarafından, tabiat kanunlarına, adete muhalif olarak yapılan harika yani olağan üstü bir iştir. Mucizeyi yapan yalnız Allah'tır. Peygamberlerine verdiği mucizeleri için "Bunları yapan biziz" buyuruyor. (Enbiya 79) Kendisinde harika bir şey zuhur eden, mesela denizde, suyun üzerinde yürüyen kimse, peygamberse, bu işe mucize denir. Evliya ise keramet, salih ise firaset, fâsık ise istidrac, kâfir ise, sihir denir. Sihir, cisimlerin fizik özelliklerini, şekillerini değiştirir. Maddenin yapısını değiştiremez. Mucize ve keramet, ikisini de değiştirebilir. Allahü teâlâ, dünyayı yarattıktan sonra her asırda en az bir kişiyi peygamber olarak göndermiş, ona çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela Hz. Musa zamanında sihir çok ilerlemişti. Sihirbazın ipi yılan gibi görünürdü. Hz. Musa'nın asası gerçek bir yılan olup sihirbazların yılan gibi görünen iplerini yutmuştu. Sihirbazlar da bunun mucize olduğunu anlayıp iman etmişlerdi. Hz. İsa zamanında tıp ileri idi. Her hastalığa ilaç bulunurdu. Hz. İsa'ya, körleri iyileştirme, ölüleri diriltme gibi mucizeler verilmişti. Buna rağmen inanan az olmuştu. Bizim peygamberimiz zamanında da, edebî söz ve yazı sanatı çok ileri idi. Şiir, fesahat ve belagat sanatları zirvedeydi. Yarışmalarda birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı. Allahü teâlâ da; her milletin kıymet verdiği şeylerde mucizeler gönderdiği için, Muhammed aleyhisselama da benzeri yazılamıyacak olan bir kitap gönderdi. İnatçı kâfirler hariç, bir çok edip, bunun insan sözü olmadığını, Allah'ın kelamı olduğunu anlayıp iman etti. Bir benzerini hiç kimse söyleyemedi. Kur'an-ı kerimde mealen, "Bu Kur'an'ın Allah'ı gönderdiğinde şüpheniz varsa, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin. Bunu yapamazsınız" buyuruluyor. Peygamber efendimiz ümmi idi kimseden birşey okumamış, öğrenmemiş, hiçbir şey yazmamıştı. Allahü teâlâ, Peygamber efendimize buyuruyor ki: "Sen (Kur'an gelmeden) önce bir kitap okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler (Kur'an-ı kerimi, başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış) derlerdi." (Ankebut 48) Peygamberimizin en büyük mucizesi Kur'ân-ı kerîmdir. Kimse, bindörtyüz bu kadar seneden beri, dünyanın her tarafında bütün İslâm düşmanları el ele vererek, mallar, servetler dökerek uğraştıkları hâlde, Kur'an-ı kerimin bir benzerini söyleyemedi, çokları insâfa gelip Müslümân oldu.