Mut­lu ol­ma­nın sır­rı

A -
A +

Mut­lu­luk, in­san­lık ta­ri­hi bo­yun­ca, her­ke­sin pe­şin­de koş­tu­ğu fa­kat çok az in­sa­nın ka­vu­şa­bil­di­ği bir şey­dir. Ka­vu­şa­ma­yan­lar onu, ken­di an­la­yış­la­rı­na gö­re yan­lış ad­res­te ara­dık­la­rı için ka­vu­şa­ma­mış; ka­vu­şan­lar ise, Ce­nab-ı Hak­kın bil­dir­di­ği ad­res­te ara­dık­la­rı için ka­vu­şa­bil­miş­ler­dir. O gü­nün şart­la­rı­na gö­re her tür­lü im­ka­na sa­hip olan tüc­ca­rın bi­ri, bir tür­lü mut­lu ola­ma­yan oğ­lu­nu, mut­lu ol­ma­nın sır­rı­nı öğ­ren­me­si için, in­san­la­rın en bil­gi­li olan bi­ri­nin ya­nı­na gön­der­miş. De­li­kan­lı gün­ler­ce yol yü­rü­dük­ten son­ra, so­nun­da bir te­pe­nin üze­rin­de bu­lu­nan ara­dı­ğı kim­se­nin evi­ne var­mış. De­li­kan­lı, gir­di­ği ev­de, hum­ma­lı bir man­za­ra ile kar­şı­laş­mış. Tüc­car­la­rın bi­ri gi­rip, di­ğe­ri çı­kı­yor­muş. Evin sa­hi­bi sı­ray­la içe­ri­de­ki in­san­lar­la ko­nu­şu­yor­muş ve bun­dan do­la­yı da, de­li­kan­lı, sı­ra­nın ken­di­si­ne gel­me­si için çok uzun bir sü­re bek­le­mek zo­run­da kal­mış. So­nun­da sı­ra ken­di­si­ne gel­miş. Ba­ba­sı­nın ar­zu­su­nu an­lat­mış. Ev sa­hi­bi, de­li­kan­lı­nın zi­yâ­ret se­be­bi­ni açık­la­ma­sı­nı dik­kat­le din­le­miş. Din­le­miş ama, so­nun­da da, "Git, çev­re­yi do­laş! İki sa­at son­ra da be­nim ya­nı­ma gel!" de­miş. He­men ar­ka­sın­dan ilâ­ve et­miş: "Ama, için­de iki dam­la yağ bu­lu­nun şu ka­şık­la. Hem de ya­ğı dök­me­den! " GÜ­ZEL­LİK­LE­RİN FAR­KI­NA VA­RA­MAZ De­li­kan­lı dı­şa­rı çı­kıp et­ra­fı do­laş­ma­ya, ve­ri­len sü­re­yi dol­dur­ma­ya baş­la­mış. Fa­kat gö­zü hep ka­şık­tay­mış. İki sa­at do­lar dol­maz, he­men çık­mış o kim­se­nin hu­zu­ru­na. Hik­met eh­li kim­se, "Gü­zel", de­miş. Son­ra gen­ce sor­muş: "Bah­çı­van­ba­şı­nın, on yıl­lık bir ça­lış­ma so­nun­da mey­da­na ge­tir­di­ği eş­siz gü­zel­lik­te­ki bah­çe­yi, çi­çek­le­ri, em­sâl­siz lez­zet­te­ki mey­ve­le­ri gör­dün mü?" Uta­nan de­li­kan­lı hiç­bir şey gö­re­me­di­ği­ni îti­raf et­mek zo­run­da kal­mış. Çün­kü ken­di­si­ne ve­ri­len iki dam­la ya­ğı dök­me­mek için hiç­bir ta­ra­fa ba­ka­ma­mış. Böy­le­ce, baş­ka bir şe­ye de dik­kat et­me­miş. Ev sa­hi­bi de­miş ki: "Öy­ley­se git, et­raf­ta­ki gü­zel­lik­le­re ba­ka­rak, bah­çe­yi tek­rar do­laş!" De­li­kan­lı ka­şı­ğı alıp, tek­rar dı­şa­rı çı­ka­rak gez­me­ye baş­la­mış. Bu se­fer bah­çe­le­ri, çev­re­de­ki dağ­la­rı, çi­çek­le­rin gü­zel­li­ği­ni, bu­lun­duk­la­rı yer­le­re ya­kı­şan sa­nat eser­le­ri­nin za­râ­fe­ti­ni gör­müş. Hik­met eh­li za­tın ya­nı­na dö­nün­ce, gör­dük­le­ri­ni bü­tün ay­rın­tı­la­rıy­la an­lat­mış. Ev sa­hi­bi sor­muş: - Pe­ki sa­na emâ­net et­ti­ğim iki dam­la yağ ne­re­de? Ka­şı­ğa ba­kan de­li­kan­lı, iki dam­la ya­ğın dö­kül­müş ol­du­ğu­nu gör­müş. Bu­nun üze­ri­ne, ev sa­hi­bi, de­miş ki: - Sa­na ve­re­bi­le­ce­ğim tek bir na­sî­hat var: Mut­lu­lu­ğun sır­rı, dün­ya­nın bü­tün hâ­ri­ka­la­rı­nı gö­re­rek, Al­la­hü te­âlâ­nın bü­yük­lü­ğü­nü id­rak et­mek­tir; ama ka­şık­ta­ki iki dam­la ya­ğı da unut­ma­dan. Son­ra iki dam­la ya­ğı yo­rum­la­mış: - Bu iki dam­la yağ­dan, bi­rin­ci dam­la, sağ­lı­ğı­mız. Eğer ken­di­mi­ze bak­maz­sak, sağ­lı­ğı­mız ye­rin­de ol­maz­sa, baş­ka şey­le­ri gör­me­miz za­ten müm­kün de­ğil­dir. Acı­lar için­de kıv­ra­nan kim­se, dün­ya­nın en gü­zel man­za­ra­lı ye­rin­de ol­sa bi­le gö­zü bir şey gör­mez. Kuş tü­yün­den ya­tak­ta yat­sa, bu ya­tak iğ­ne­li ya­tak gi­bi ge­lir ona. İkin­ci dam­la da dost­luk­lar, yâ­ni bi­zi ayak­ta tu­tan var­lı­ğı­mı­zın, var ol­ma­mı­zın hik­me­ti­ni ha­tır­la­tan, kar­şı­lık­sız se­ven ha­kî­kî dost­lar. Dost­la­rı ol­ma­yan, kar­şı­lık­sız se­ven­le­ri ol­ma­yan kim­se için dün­ya­nın zin­dan­dan far­kı yok­tur. MUT­LU ET­MEK MUT­LU KI­LAR Sev­mek ve se­vil­mek, in­sa­nı ha­ya­ta bağ­la­yan, bü­tün sı­kın­tı­la­rı unut­tu­ran en gü­zel ilâç­tır. Sev­mek­ten son­ra da acı­mak ge­lir. Se­ven ve acı­yan, her­ke­se, her şe­ye iyi­lik­le ba­kar. Kö­tü­lük dü­şün­mez. İyi­le­ri iyi ol­duk­la­rı için se­ver. Kö­tü­le­re ise kö­tü ol­duk­la­rı için acır. On­la­rın da iyi ol­ma­la­rı, hi­dâ­ye­te ka­vuş­ma­la­rı için çır­pı­nır. İn­san­la­rın iyi ol­ma­la­rı onun iyi­li­ği­ni, mut­lu­lu­ğu­nu ar­tı­rır. Mut­lu­lu­ğu art­tık­ça baş­ka­la­rı için da­ha çok ça­lı­şır... Bu iki şe­yin ha­kî­ka­ti­ne va­ran, ger­çek mut­lu­lu­ğa ka­vu­şur. Bu­nun için, ar­tık hiç­bir sı­kın­tı, dert ol­maz. Bu mut­lu­lu­ğun ver­di­ği haz, bü­tün sı­kın­tı­la­rı ör­ter. Dî­nin en kı­sa tâ­ri­fi­ni Pey­gam­ber efen­di­miz şöy­le yap­mış­tır: "Al­la­hü te­âlâ­yı, emir­le­ri­ni bü­yük bil­mek, bun­la­ra say­gı­lı ol­mak ve ya­rat­tık­la­rı­na acı­mak, mer­ha­met et­mek."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.