İlim öğrenmek ve öğretmek ciddi bir iştir. İlimden gerçek manada istifade edebilmek için, öğrenen ve öğreten kimsenin, samimi ihlâslı olması lazımdır. İşin içine, istismar, karşı tarafı deneme, imtihan etme gibi art niyetler girerse, niyeti bozuk olan, hem dünyada hem de ahirette bunun bedelini ağır şekilde öder. Geçmişte bunun ibretli çok örnekleri vardır: Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî, Ebû Sa'îd Abdullah ve İbn-üs-Sakkâ daha küçük yaşta iken ilim öğrenmek için Bağdat'a gittiler. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri o zaman çok genç idi. Hâce Yûsüf-i Hemedânî hazretlerinin, Nizâmiyye Medresesi'nde vaaz ettiğini duymuşlardı. Bunlar, onu ziyâret etmeye karar verdiler. İbn-üs-Sakkâ: - Ona bir soru soracağım ki cevâbını veremeyecek, dedi. Ebû Sa'îd Abdullah: - Ben de bir soru soracağım. Bakalım cevap verebilecek mi? dedi. Küçük yaşına rağmen büyük bir edep timsâli olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de: - Allah korusun. Ben nasıl soru sorarım? Sâdece huzûrunda beklerim, onu görmekle şereflenir, bereketlenirim, sözlerinden istifade ederim, dedi. İyi niyetinin karşılığı Nihâyet, Yûsüf-i Hemedânî hazretlerinin bulunduğu yere varıp sohbetini dinlemeye başladılar. Daha onlar bir şey sormadan, Hemedânî hazretleri İbn-üs-Sakkâ'ya dönerek: - Yazıklar olsun sana, ey İbn-üs-Sakkâ! Demek bana, cevâbını bilemeyeceğim suâl soracaksın ha! Senin sormak istediğin suâl şudur. Cevâbı da şöyledir, diye cevapladıktan sonra: Senden küfür kokusu geliyor, buyurdu. Sonra Ebû Sa'îd Abdullah'a dönerek: - Sen de bana bir suâl soracaksın ve bakacaksın ki, ben o suâlin cevâbını nasıl vereceğim? Senin sormaya niyet ettiğin suâl şudur, diyerek cevapladıktan sonra: Fakat sen de edebe riâyet etmediğin için, niyetin düzgün olmadığı için ömrün hüzün, sıkıntı ile geçecek, buyurdu. Sonra Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine döndü: - Ey Abdülkâdir! Bu edebinin güzelliği ile, Allahü teâlâyı ve Resûlünü râzı ettin. Ben senin Bağdat'ta bir kürsîde oturduğunu, çok yüksek bilgiler anlattığını ve yine senin zamanındaki bütün evliyânın, senin onlara olan yüksekliğin karşısında boyunlarını eğmiş hâlde olduklarını görüyor gibiyim, buyurdu. Aradan uzun seneler geçti. Hakîkaten Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, zamanında bulunan evliyânın en üstünü, baş tâcı oldu. Öyle yüksek derece ve makamlara kavuştu ki, insanlardan ve yüksek zâtlardan herkes gelerek, mübârek sohbetlerinden istifâde ederlerdi. Bir gün buyurdu ki: "Benim ayağım, bütün evliyanın boyunları üzerindedir." Gerçekten zamanında bulunan bütün evliya, onun kendilerinden çok yüksek olduğunu bilirler ve üstünlüğü karşısında boyunları eğik olurdu. Bunlar meydana çıktıkça, Yusuf-i Hemedani hazretlerinin seneler önce haber verdiği hâller anlaşılıyordu. Seyyid Abdülkadir Geylani hazretleri, "Bu işe başladığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye soranlara buyurdu ki: "Temeli ihlas ve doğruluk üzerine attım. Hiç yalan söylemedim. İçim ile dışım bir oldu. Bunun için işlerim hep rast gitti." İbn-üs-Sakkâ'ya gelince; Yûsüf-i Hemedânî ile aralarında geçen o hâdiseden sonra, dînî ilimlerle meşgûl oldu. Çok güzel konuşurdu. Cenâb-ı Hakkın varlığını yüz delil ile ispat eder hâle geldi. Şöhreti zamanın sultanına ulaştı. O da bunu elçi olarak Bizans'a gönderdi. Hristiyanlar buna çok alâka gösterdiler. Orada İmparatorun kızına âşık oldu. Kız, Hristiyan olursan o zaman seninle evlenirim, deyince, nihâyet, Hristiyan oldu. Bu defa da yüz delil ile ilâhın üç olduğunu ispata kalkıştı. Sakkâ'nın hazin sonu! Bu hâdiseyi anlatan zât diyor ki: "Bir gün onu gördüm. Hasta idi. Ölmek üzere idi. Ben yüzünü kıbleye döndürdüm. O başka tarafa çevirdi. Tekrar kıbleye döndürdüm. O tekrar başka tarafa çevirdi ve öylece öldü." Ebû Sa'îd Abdullah ise Şam'da çeşitli vazîfelerde bulundu. Çeşitli sıkıntılar ile hayatı geçti. Yûsüf-i Hemedânî hazretlerinin, her üçü hakkında da söylediği aynen meydana geldi. Yûsüf-i Hemedânî hazretleri, dünyaya kıymet vermezdi. Odasında hasır, keçe, ibrik, iki yastık ve bir tencereden başka bir şey bulunmazdı. "İslâm âlimlerinin ve kıymetli rehberlerin azalıp, yok olduğu zaman ne yapmak lâzım?" denildiğinde; "O zaman her gün o büyüklerin yazdığı kitaplardan bir miktar okuyunuz" buyurdu.