Hazımsızlık, gastronomide sindirim sisteminin iyi çalışmaması anlamına geliyor. Bir de mecazı var: Benimseyememe, katlanamama, kabullenememe hâlini ifade eder. Sosyal hayatımızda hazımsızlığın bu türü çok yaygın. Geçenlerde Rahmi Koç "sakallı ve bıyıklı insanlara şirketimde yer yok" demiş. Ülkenin tanınmış, en zengin sanayicisi ve tüccarı böyle konuşur mu? Basireti bağlanmamışsa konuşmaz. Bir kere insan haklarıyla, kişilikle ilgili bir mevzu olduğu için konuşmaz. Saniyen, içinde yaşadığı toplumu üzeceğini bilir. Salisen, sakallı ve bıyıklı diye aşağıladığı o insanlar ürünlerini almayıverseler başına neler geleceğini düşünür. Koç, "müşteri kraldır" sözünü en iyi bilenlerden. Bilmesi gerekenlerden. Ama söylemiş. Düşünen, aklı selim sahibi insanlar böylesi lâfları etmez. Bazen de söz çıkmaz, renk çehresine vurur, mimikleri karışır. Aklıma A. Necdet Sezer'in başörtüsü görmüş gergin mor suratı gelir her zaman. Bir de, Gül'ü cumhurbaşkanı olarak "kabullenemeyenlerin" protokol tribününde yamulup, yumuluşları. Projektör tutulmuş yaban beygirleri gibi, tersini dönüp, mâbâdı açığa vuruşları... Bunlar maalesef münferit, seyrek olaylar olmaktan çıktı. Topluma nefret tohumları ektiler. Cibilliyeti müsait semtlerde hayli taraftar da buldular. Evvelsi gün Ahmet Altan Taraf'ta anlatıyordu: "Geçen gün bir hanıma, korkusunun nedenini sordum, bana "Nişantaşı'na kadar geldiler" dedi. "Geldiler" dediği başı bağlı kadınlar. Başı bağlı kadınlar, başı bağlı olmayanların "bölgesine" girebiliyorsa tehlike büyüyor demekti ona göre. Nişantaşı'nda on tane türbanlı kadın görmek, darbe istemek için haklı bir nedendi. Kendisine benzemeyenden böylesine nefret etmek ve kuşkulanmak sık rastlanan bir durum değil. Bence bu, bir hastalık işareti." Yazıyı okuyunca bir olayı hatırladım: Recep Tayip Erdoğan'ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu yıllardı. Sabahları gün ışırken birkaç arkadaş Florya sahiline çıkar yürüyüş yapar dönerdik. Kadın, erkek, yaşlı, genç herkes olurdu. Tanımasalar, konuşmasalar da yüz âşinâlığından herkes bir birine selâm verir, saygı duyardı. Bir sabah iki başörtülü, pardösülü hanım da kulvara girmiş, herkes gibi yürüyorlardı. Lâkin birkaç entel kokana onları kabullenemiyordu. Önce sözlü sataştılar, sonra beden dilleriyle şirretlik ettiler. "Florya'ya kadar geldiler. Onları kim durduracak?!" diyorlardı. Hazımsızlık Florya sahilinden, on yılda Nişantaşı'na varan başörtülü hanımlara değil. Onlar bahane. Asıl sebep Kasımpaşa'dan çıkıp başbakanlığa, Kayseri'den çıkıp, Çankaya'ya tırmananlar! Varoşlardan gelip, merkezde söz sahibi olanlar... Parti kapatmak veya çetelerden darbe beklemek karınlardaki gurultuya çare değil. Tam porsiyon bir demokrasi iyi gelir diyorlar. Batı'da denenmiş, çok iyi netice alınmış. Tüm hazımsızlara duyurulur...