Bid'at, sünnete yani Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği din bilgilerine muhâlif olan, ters düşen, itikâd, amel ve sözler demektir. Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibâdet etmeleri için yaratmıştır. İbâdet ise, insanın, yaratanına karşı âciz, muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın, her nefsin, âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Allahü teâlânın güzel ve çirkin dediklerine teslîm olmak, Onun gönderdiği Kitâba, Peygamberlere inanmak ve bunlara tâbi olmak demektir. Bir insan, herhangi bir işi, Allahü teâlânın izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Ona kulluk yapmamış, Müslümânlığın îcâbını yerine getirmemiş olur. Bu iş, inanılacak ve inanılması lâzım olduğu sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı, küfre sebep olan bid'at olur. Bu iş, inanılacak şeylerde olmayıp da, yalnız dinden olan sözde ve işte kalırsa, fısk yani büyük günâh olur. Hadîs-i şerîfte; (Bir kimse, dinde olmayan bir şey meydâna çıkarırsa, bu şey reddolunur) buyurulmuştur. Dinden olmayan bir i'tikâd, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibâdet olduğuna inanılırsa, yâhut İslâmiyyetin bildirmiş olduklarında bir fazlalık veyâ noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakta sevâp beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, bid'at olur. İslâmiyyete uyulmamış, ona îmân edilmemiş olur. Dinde olmayıp, âdette olan yenilikler, yani yapılırken sevâp beklenilmeyen değişiklikler bid'at olmaz. Yemekte, içmekte, binme ve taşıma vâsıtalarında, binâlarda yapılan yenilikleri, değişiklikleri dînimiz reddetmez. Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yemek, otomobile binmek, her çeşit binâ, ev, mutfak eşyâsı kullanmak ve bütün fen bilgileri, fen âletleri, fen işleri dinde bid'at değildir. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak câizdir, hattâ, farz-ı kifâyedir. Meselâ radyo, hoparlör, elektronik makineler yapmak ve bunları ibâdetlerin dışında kullanmak câizdir. Fakat, hoparlör ile ezân, Kur'ân-ı kerîm okumak, ibâdeti değiştirmek olup bid'at olur. Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden Enes bin Mâlik hazretleri, bir gün ağlıyordu. Sebebi sorulduğu zaman; "Resûlullah efendimizden öğrendiğim ibâdetlerden, değiştirilmemiş bir namâz kalmıştı. Şimdi, bunun da elden gittiğini görüyor, bunun için ağlıyorum" cevabını vermiştir. O zamanki insanlardan bazılarının, namâzın şartlarını, vâciblerini, sünnetlerini, müstehablarını yerine getirmediklerini, mekrûhlarından, müfsidlerinden, bid'atlerinden sakınmadıklarını, namâza ilâveler yaptıklarını, bazı yerlerini azaltarak değiştirdiklerini gördüğü için, Enes bin Mâlik hazretleri ağlamıştır. Çünkü bu hâl, sünneti yani İslâmiyyeti değiştirmektir ve sünneti değiştirmek de, bid'attir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Bir ümmet, Peygamberi öldükten sonra, dinde bid'at yaparsa, buna benzer bir sünneti kaybeder.) Yani, küfre sebep olmayan bir bid'at yapılırsa, bunun cinsinden bir sünneti terk ederler. İbâdetlerin kabûl olması için, bid'atleri terk etmek lâzımdır. Çünkü Peygamber efendimiz; (Allahü teâlâ, bid'at sâhibinin orucunu, haccını, umresini, cihâdını, günâhtan vazgeçmesini, adâletini kabûl etmez. Hamurdan kılın çıkması gibi, İslâmdan çıkar) buyurmuşlardır. Bid'at, nefse, şeytâna uyarak yapıldığı için, sâhibi İslâmdan, Allahü teâlânın emirlerine teslîm olmaktan çıkar. Îmân kalb ile olur. İslâm kalb ve lisân ile birlikte olur. Îmân kalbe mahsûstur. İslâm ise, kalbin, lisânın ve bedenin umûmuna şâmildir. Kalbdeki îmân ile kalbdeki İslâm birbirlerinin aynıdır. Bid'at sâhibinden ayrılan, lisândaki ve uzuvlardaki İslâmdır. Netice olarak, bid'at işlemeye devâm eden kimse, nefse ve şeytâna itâat eden kimse olmuştur. Günâh işleyen kimse, âsî, fâsık olur. Buna bid'at sâhibi denmez. Fakat bid'at sâhibi, âsî ve fâsıktır. Çünkü bid'at sâhibi, bu bid'atini ibâdet sanmakta, buna karşılık sevâp beklemektedir.