İnsanın en garib olduğu zaman...

A -
A +

Ölmek, yok olmak değil, rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, insanın bir hâlden başka bir hâle dönmesi, kısaca bir evden, bir eve göç etmesidir. Ölen bir kimse kabre konunca, bilinmeyen bir hayât ile dirilecek, râhat veyâ azâb görecektir. Peygamber efendimiz; (Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur) buyurmuştur. İnsan ne kadar yaşarsa yaşasan, nihâyet bir gün ölecek ve kabre girecektir. Peygamber efendimiz, kabir hakkında buyuruyor ki: (Bir insanın rûhu vücûdundan ayrılınca, bir nidâ gelir ki, ey insanoğlu, sen mi dünyâyı terk eyledin, yoksa dünyâ mı seni terk eyledi? Sen mi dünyâyı topladın, yoksa dünyâ mı seni topladı? Sen mi dünyâyı öldürdün, yoksa dünyâ mı seni öldürdü? Cenâzeyi yıkamaya başlayınca üç nidâ gelir: 1-Hani senin kuvvetli vücûdun? Seni hangi şey zayıflattı? 2-Hani senin güzel konuşman, seni hangi şey susturdu? 3-Hani senin sevgili dostların, seni neye bırakıp gittiler? "Azıksız yola çıkma!" Cenâze kefene sarılınca bir nidâ dahâ gelir: Azıksız yola çıkma! Bu yolculuğun geriye dönmesi yoktur, ebedî olarak geri gelemezsin. Varacağın yer azâb melekleriyle doludur. Tabut içine konunca, bir nidâ dahâ gelir. Eğer Hak teâlânın rızâsını kazandınsa ne mutlu sana, büyüklük ve saâdet senindir. Eğer cenâb-ı Hakkın gazabını kazandınsa yazıklar olsun sana! Cenâze, mezârının yanına varınca bir nidâ dahâ gelir. Ey insanoğlu! Dünyâda kabir için ne hâzırladın? Bu karanlık mezâr için ne nûr getirdin? Zenginlik ve şöhretinden ne getirdin? Bu çıplak kabri döşemek ve zînetlendirmek için ne getirdin? Cenâzeyi mezâra koydukları zamân, kabir bir nidâ eder ve der ki: Arkamda söylerdin, şimdi karnımda sükût edersin. Nihâyet cenâzenin defni bitip oralarda hizmet gören insanlar da ayrılıp gidince, Hak teâlâ hazretleri tarafından bir nidâ gelir: Ey benim kulum, yalnız kaldın; şu karanlık mezârda, seni bırakıp gittiler. Bunlar, senin dostların, kardeşlerin, evlâtların ve candan adamların idi. Hâlbuki hiçbirinin sana faydası olmadı. Ey kulum, sen bana âsî oldun, emrimi tutmadın, hiç bu hâlini düşünmedin. Şâyet, ölen kimse îmân ile ölmüşse umulur ki, cenâb-ı Hak o kimseyi affına mazhar kılar ve der ki, ey mü'min kulum! Seni kabirde garîb bırakmak şânıma yakışmaz. İzzet-ü celâlim hakkı için, sana bir merhamet edeyim ki, dostların şaşsın, sana bir şefkat edeyim ki, ana-babanın oğluna olan şefkatinden ziyâde olsun. Lutf-ü kereminden ol kulun bütün günâhını affedip, kabri Cennet bahçesi olur.) Hasan-ı Basrî hazretleri, dostlarından birinin cenâzesinde oradakilere şöyle buyurur: "Ey Müslümanlar! Kabir dünyâ konaklarının sonu, âhiret menzilinin ilkidir. Mâdemki hepimiz ölüp kabre gireceğiz, o halde nasıl zevk, safâya dalıp, gezebiliriz. Sonunda ölüme varacağını bilen, kıyâmette kalkılacağına inanan, kalkınca Allahü teâlânın huzûruna çıkacağına kânî olan kişiye gereken şey, üzüntü ve endişe içinde olmaktır." Ölü kabre konulduğu zamân, üzerine toprak örtülünce, kabir meyyite; "Benim üzerimde iken ferah idin. Şimdi altımda mahzûn olursun. Benim üzerimde yemekler yerdin. Şimdi de seni, benim altımda kurtlar yer" diye seslenir. Kabir dolup, toprakla üzeri örtülünceye kadar böyle çok acı sözler söyler. İbni Mes'ûd hazretleri, Peygamber efendimize; -Yâ Resûlallah, ölü kabre konduğu vakit, ilk karşılaştığı şey nedir? diye sorar. Peygamber efendimiz de cevap olarak buyurur ki: -Yâ İbni Mes'ûd! Bunu bana senden başka kimse sormadı. Ölü kabre konulduğu vakit, önce bir melek seslenir. O meleğin ismi Rûmân'dır. Kabirlerin arasına girer. Der ki; yâ Abdellah! Amelini yaz! O kimse der ki; benim burada ne kâğıdım, ne kalemim var. Ne yazayım? O melek der ki; bu sözün kabûl edilmez. Senin kefenin kâğıdındır. Tükürüğün mürekkebindir. Parmakların kalemindir. Melek kefeninden bir parça kesip verir. O kul dünyâda her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevâbını ve günâhını, âdeta o bir günde işlemiş gibi yazar. Bundan sonra melek, o yazdığı kefen parçasını dürer. O ölünün boynuna asar. Hazırlıklı olmak lâzım... Atâ Süleymî hazretleri, Beşir bin Mansûr hazretlerine; "Ey Beşir! Ölüm peşimde, kabir önümde, gideceğim yer mahşer, geçeceğim yol Cehennem üzerindeki Sırât köprüsüdür. Bilemiyorum ki, Rabbim bana ne muâmele yapar?" buyurmuştur. Netice olarak, mal, mülk, çoluk-çocuk, Allahü teâlânın emanetleridir. Emanetlerini ise, istediği zaman alır. Onun için insanın, en garip ve en çok muhtaç olduğu kabre konduğu gün için, hazırlıklı olması lâzımdır. Zira Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Ondan kurtulana, ondan sonrası daha hafif ve kolay, ondan kurtulamayana, ondan sonrası daha zor ve çetindir.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.