Rus işgalinin birinci yılında dünya ekonomisi...

Sesli Dinle
A -
A +
Rusya-Ukrayna krizinin başında umudumuzu koruyorduk açıkçası. Ne de olsa bir ülkeyi işgal etmeye kalkışmak bir önceki yüzyıla ait bir zalikti, önünde sonunda bir uzlaşı bulunur diye bekledik. Eğer barış hemen sağlanmış olsaydı dünya ticaretinde sınırlı bir yavaşlamaya razı gelip %3,5'lik bir küresel büyüme ve 23 trilyon dolarlık dünya ticareti ile yola devam edecektik, ancak böyle olmadı. 
 
İşgal ve çatışmalar uzadı. Rusların işgali İsrail'in Orta Doğu'da yaptığı gibi önce bir fait accompli sonra da statüko hâline gelmeye başladı. Neredeyse günlük rutin bir mesele hâline geldi. Elbette tüm bunlar ekonomi ve ticarette yavaşlamayı getirdi.
 
Amerikalılar Afganistan'a yaptıkları askerî yardımdan daha fazlasını (yaklaşık 50 milyar dolar) Ukrayna'ya yaparken, son bir yılda Avrupa hükûmetlerinin yardımları on milyarlarca avroyu buldu. Putin'in burada ciddi bir strateji hatası yaptığı görülüyor. Avrupalıların yanı başlarında bir zorba istemedikleri ve "üşüme" pahasına Putin'den kurtulmak istediklerini; ancak bizler, Putin'in Rusya için değil kendi iktidarı için bu felaketi büyütmeye kararlı olduğunu görüyoruz...
 
Şu anki şartlar altında 2023'te küresel büyüme 1 puan civarında düşük gerçekleşebilir. Yani %2,5 gibi. Dünya ticaretinden 500 milyar dolar kayıp da söz konusu olabilir. Ancak bir başka senaryo daha var.
 
Tüm bu deliliğin başlarında "Putin Ukrayna'nın tamamını işgal eder mi?" diye sorduğumuzda belki "yok artık, kesinlikle olmaz" diyenlerin o kadar emin olmadığını görüyorum. AB ve ABD desteği arttıkça Rusların bahar ayında bir "major offensive" yani topyekûn saldırı yapabileceğini bekleyenlerin sayısı arttı.
 
Geçen ay Topkapı Üniversitesinde düzenlediğimiz bir online seminere, Cambridge Üniversitesinden Sosyolog Göran Therborn da katılmıştı. Emekli Generaller ve diplomasi konusunda tecrübeli isimlerin söz aldığı seminerde Rusların böyle bir saldırıyı teoride yapabilecekleri ama pratikte büyük bir hüsran olacağını söyleyenlere karşı Prof. Therborn "Maalesef böyle durumlarda liderlerin dinlediği uzmanlar bilimden ve gerçekten yana olmuyor" diyerek tarihsel bir başka gerçeğin altını çizmişti. Gerçekten de sosyal bilimleri temsil edenlerin böyle zamanlarda "kötünün yanına geçmek" gibi kötü bir ünleri var.
 
"Kâğıt üzerinde mümkünse pratikte de mümkündür" diyerek tarihte nice lidere kötü işler yapması için cesaret veren bu kişiler Hitler ve Mussolini'nin yanında olduğu gibi, bugün de benzer tiranların yanındalar. Büyük ihtimalle Putin'in de etrafında bunlardan var. Rusya'nın Ukrayna'yı tamamen işgale kalkması ve hâkim olması durumunda ikinci bir soğuk savaş dönemi yaşayacağımız kesin. Yaşım yettiği için birincisini hatırlıyorum, çok neşeli bir durum değildi. Küresel büyümeyi %1'e, Dünya Ticaretini 21 trilyon dolara düşürecek böyle bir akıl dışı hareketlenmeyi göz ardı etmemek lazım. Buradan başka bir analize geçiş yapmak istiyorum...
 
Gün geçmiyor ki, karşıma uluslararası kurumların "2050 yılında dünya düzeni" vs. gibi sunumları çıkmasın. Açıkçası dünya liderlerinin hiç yorulmadan bundan 25 hatta daha fazla yıl sonra ülkelerinin alacağı pozisyonu bugünden kurguladıklarına inandırmaya çalışan bu sunumlara gülüp geçiyorum.
 
Siyaseti ve diplomasiyi gayet yakından izleyen bir uzman olarak liderlerin gelecek seçimi kurtarmaktan başka bir dertlerinin olmadığı, Putin gibilerin de krizlerle uzatma dakikaları oynattığını görebiliyorum. Bu sunumlardaki muhtemel gelişmeler zaten liderler ne yaparsa yapsın değiştiremeyecekleri durumları içeriyor. Lojistik, yeni teknolojiler, üretim, insan kaynağı, tedarik, finans gibi unsurlardaki değişimlere göre yeni dalgalar ortaya çıkıyor ve hiçbir liderin gücü kırılan dalgayı geri çeviremez.
 
2050'ye doğru giderek daha fazla kentlere doluşacak insanlığın oluşturduğu belki de en ilginç sonuç, sınırlarına kadar binaların ulaşması sonucunda şehirlerin birbirlerine değerek sonsuzluk gibi uzanmaları olacak. Belki de ülke sınırları da bu hâle gelecek. Bir binanın içinden diğerine geçerken ülke değiştirmiş olacağız. Tam olarak 7 milyarlık bir kent nüfusundan bahsediyoruz. Kırsal nüfus ise sadece 3,5 milyar kişi olacak. Yaşlanıyor bu nüfus. Onu da söylemeliyim.
 
Pandemi esnasındaki ölümlere rağmen 65 yaşından büyük nüfus ile 5 yaşından küçük nüfus eşitlendi. Bebek yaştakilerin toplam nüfustaki payı 2050'de %8'in altına düşerken, 65 yaşın üstü %18'e çıkacak...
 
Tüm bunlar ortadayken içinde çocuk parkları olan gayrimenkul projelerini pazarlamaya çalışmak kadar, içinde sağlık merkezi ve destek üniteleri olan projeleri hayata geçirmenin zamanıdır diyorum. Ancak bu projelerin küçük ve "affordable" yani satın alınabilir kıvamda olması gerekir.
 
Birçok yazımda belirttiğim gibi "herkes fakirin parasıyla zengin olur" ve 2008 yılından beri yaşananlar bu tezimi doğruladı.
 
Birbirinden bağımsız yapılan araştırmalara göre ABD'de başlayan finansal krizden bu yana toplam çalışanların %1'i düzeyindeki üst düzey personelin geri kalan personelden 10 trilyon dolardan daha fazla para kazandığı görülüyor. Hatta saha ekipleri olarak adlandırılan %50 oranındaki personel; şirketlerin kârını yiyen bu insanların toplamda 5'te biri kadar bile kazanmamış gözüküyor. Dolayısıyla ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamayan bu insanlara uygun fiyata konutları uygun vade ve uygun faizle kredi vererek satmak lazım. Ancak bankacıların ve sigortacıların "yaşlı insanlara daha yüksek maliyet ve daha kısa vade" takıntısını sona erdirmesi de lazım. Bir yandan ömür uzarken diğer yandan emeklilik yaşı sürekli daha da yükseliyor...  

Liderlere akıl verenler acaba kimler?..

Putin gibi liderlerin bu gelişmelerle ilgilendiğini sanmıyorum. Nüfus gerekiyorsa "herkes 3 ya da 4 çocuk yapacak" diye emir vererek işi düzeltebileceklerini sanıyor olabilirler. Ancak işin gerçeği şu: Bir evde evli çiftlerden biri çalışmazsa evi geçindirmek imkânsız. Hayat pahalılığı herkesi uzun sürelerle çalışmaya zorlarken, bu kadar masrafın üzerine 3-4 çocuk yapmak emir veya talimatla bile kimsenin razı olabileceği bir durum değil.
 
Yazının başında andığım Prof. Therborn'un dediği gibi: "Çılgınlık zamanlarında sosyal bilimciler liderleri akılcılığa davet etmeyi başaramıyor..." Bana göre kibarca söyledi. Doğrusu; "liderlerin yanındaki sosyal bilimciler hiç akılcı olmayan işler için kalem oynatıyorlar..."
 
Tüm bunlar olup biterken, giderek Putin'in enerji arzına dayanan zorbalığı da kalmayacak gibi gözüküyor. İktisadın temel kuralı her yerde geçerli: "Şartlar zorladığı zaman her zaman ikame ürün bulunur."
 
Bir de tarihe dönüp bakıldığında, insanoğlunun zorlandığı her yerde alternatif çözümler bulduğu görülüyor. Tahıl ihtiyacı için de aynı durum geçerli. Bu arada Rusya'nın tahıl ihracatı yapmasına rağmen tarım ürünlerinde dış ticaret açığı verdiğini belirtelim. Yani tarımda dışa bağımlı. Ukrayna ise görünür şekilde dış ticaret fazlası veriyor. Veriyordu desem daha doğru. 
 
Ekonomiye geri dönersek: Gelişmiş Ekonomiler için bu yıl %1 veya %1,5 arasında bir büyüme bekliyoruz. IMF'nin projeksiyonu da bu yönde şekilleniyor. Gelişmekte olan ekonomilerde ise %3,5-4 civarında bir büyüme beklentisi var. Her zaman %7-8 civarında büyümesine alıştığımız Çin bugünlerde yarısına bile razı durumda. Pandemiyi geride bırakırken Rusya-Ukrayna kriziyle karşı karşıya kalan küresel ekonomi ve ticaret tüm kurumlarıyla ayakta kalmaya çalışırken, ABD Ulusal Güvenlik Belgesinin bazı önemli detaylarına dikkat eden pek olmadı. 
 
Başkan Carter zamanından beri kamuya açıklanan belgenin Biden Yönetimi tarafından açıklanan sonuncusunu şöyle özetlemek mümkün:
 
"Dünya bundan sonra demokratik ve otokratik ülkeler olarak ikiye ayrılacak. Biz Amerikalılar geçmişten gelen mirasımız gereği demokratik ülkelerin liderliğini yapacak ve otokrasiyle mücadele edeceğiz. Rusya ve Çin düşmanımızdır. Çin'i tarihte her zaman idare ettik ama Rusya'yı idare etmeyeceğiz. Rusya'daki rejim yok olana kadar uğraşacağız..."
 
Ben bu şekilde anladım açıkçası.
 
Bir de bu belgeye tarihte ilk defa "enflasyon" bir ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlanmış. Bunu da unutmayalım.
 
Son olarak: Tahıl koridoru ile tansiyonu düşürmeye çalışan Türkiye'ye, Putin'e "onurlu geri çekiliş" fırsatı vermesi için katalizör görevi verildiği söyleniyor. ABD'nin bu plana yeşil ışık yaktığı ancak Almanların buna razı gelmediği de konuşuluyor.
 
NATO'nun genişlemesi için Putin ile gerginliği fırsat bilen unsurların, özellikle İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğine geçit vermeyen Türkiye tarafından çatışmanın sona erdirilmesini istemediği görülüyor. Dış politika maalesef oyun oynanırken kuralların sürekli değiştiği bir hâle dönüştü. Âdeta "az kötüler" ile "çok kötüler" arasında tarafımızı seçmek zorunda bırakılıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.