Beyazıd Paşa, neden sonra yutkundu. Kalktı, yürüdü odanın içinde. Kırlaşmış bıyıklarını bükerek, sırmalı esvabının üzerindeki hırkasını düzeltti. Kılıcın kabzasından tutarak sordu:
“Dedikleriniz doğru mu?”
“Efendim! Biz de şaşkınız. Gaipten duyduklarımızı soframızda görünce aptallaştık.”
“Buranın âdetlerini, usullerini sarayda yaşayanlar ve yakın olanlar bilir.”
“Doğru dersiniz Beyim.”
“Ballı kaymak yiyeceğinizi yabancılar tahmin edemezlerdi.”
“Evet efendim.”
Konuşmalar fazla uzatılmadan kısa kesildi. Beyazıd Paşa süratle Yıldırım Han’a, Emir Sultan’a, Süleyman Çelebi’ye ve diğer beylere Gülşah Hanım’ın izinin bulunduğunun müjdesini verdi. Haber, kısa zamanda saray ve havalisini sevince gark etmeğe yetti de arttı bile. Bütün şehir âdeta bayram ediyordu. Faytonlar hazırlandı. Atlar eyerlendi. Vakit kaybedilmeden yüzlerce askerle tarif edilen yere varıldı…
Her taraf didik didik arandı. Ne bir iz, ne bir işaret bulunamadı. Gecenin sessizliğinden de istifade etmek için ekip sabaha kadar bekledi. Umutları bitmiş olarak üzgün, bir o kadar da yorgun argın geri dönüldü. Toydüğün havası yerini yeise, kedere bırakıştı.
Misafirlerin duydukları uzun zaman konuşuldu. Herkes birikimine göre yorumluyor, mânâ içinden mânâ çıkarıyordu. Kimine göre o bir oyundu. Kimine göreyse vehim... Ne olursa olsun o hâdise hiç unutulmadı. Çobanlar sürülerini otlatırken;
“Bir şey duyabilir miyiz?” diye kulak kabartırlardı o yörede. Olanlardan sonra “Saklı Dağ”ın ismi “Sesli Dağ” olmuştu halk arasında.
Beyazıd Paşa’nın gülen yüzü artık neşe saçmıyordu. O şen, şakrak, nüktedan adam gitmiş, yerine içine dönük, hayattan kopmuş biri gelmişti. Çakır adam, güya ne kadar gönlünü almaya çalışsa da hiç fayda vermiyordu. Bir haber alınamayan Doğan Bey hakkında ise artık iyi şeyler düşünen kalmamıştı neredeyse… Onun öldüğüne kanaat hâsıl olmuştu. Hatta saraydaki vazifesini bile bir başka sadık adamına vermişti Sultan...
***
Herkesin sevinci yarıda kalmıştı. Yaralar tazelenmiş, acılar daha bir büyümüştü. Derin bir yeis içindeydi Bursa. Tek şey düşünülüyor, yalnız bir şey konuşuluyordu her yerde ve her ortamda. Çılgınca, ahmakça bir hareket olan Gülşah’ın kaçırılması Timur’un Anadolu’ya girmesinden daha çok zihinleri meşgul etmişti.
“Kurt dumanlı havayı sever” atasözünü diline pelesenk eden Yıldırım Han’ın refikası Devletşah Hanımefendi, her kesimden kadınları dinliyor, daha büyük fitneleri önlemek için azamî gayret gösteriyordu. Aşırı yorgunluk ve üzüntü sağlığını da etkilemiş, hasta etmişti.
Bu sabah müthiş bir kâbustan sesi soluğu kesik, beti benzi kaçık bir vaziyette uyandı. İşte kimyasının bozulup değişmesine yine bu kaybolan güzel insanların çileye dönüşen hayatları sebep olmuştu. Asabı fevkalâde bozuktu. Hiç hoşuna gitmediği hâlde saray hekimini çağırtmış, baş ağrısının geçmesi için tavsiyelerini almıştı. DEVAMI YARIN