"Her türlü zulme dişimi sıktım şikâyet etmedim"

A -
A +
"Bana bak Canali! Yessir paranı ben verdim. Yoksa bu karda kışta dışarıda kalacaktın."
 
Canali, dalıp gitmişti hatıralara...
“Hancı hoş birisiydi. Serçetutan’ın beni insafsızca kullanmasına kızsa da korkusundan ses çıkarmamıştı garibim. O ise insaf nedir bilmiyor, her gün içeri işlerine ilâveten dışarı işlerini de yaptırıyor, odunları taşıtıp kırdırıyor, yemeği pişirtiyor, atlarını yedirip içirip tımar ettiriyor, ta bitap düşene kadar durmadan çalıştırıyordu. Bu kadar iş karşılığında yedirdiği, içirdiği yalnız bulgur çorbasıydı. Bazen kendi artıklarını köpeğe verir gibi önüme atardı. Çamaşırlarını ve bilhassa geceleri odasını ve avluyu baştan aşağı sildirir, uykuya yatmadan ertesi sabah için yapılacakları ezbere saydırıp kısa bir nefes almama bile müsaade etmezdi. Sonra yine aynı işlere sil baştan devam ettirirdi.”
“Can dostum, kıymetli ağabeyim Doğan Bey gibi bir yiğidin başına bir hâl gelmesin diye gücümü en son sınırına kadar kullanarak bir şeyler belli etmedim. Kendime yapılan zulmü sır olarak içimde saklamayı başardım şükürler olsun, elhamdülillah...”
Yalnız sulu bulgur çorbasıyla bu kadar sıkıntıya göğüs gerebilecektim ama Serçetutan’ın ikide bir;
-Bana bak Canali! Yessir paranı ben verdim. Seni satın aldım. Yoksa bu karda kışta dışarıda kalacaktın. Kurda kuşa yem olacaktın. Nankörlük etme de kıymetimi bil, diye yaptığı güya iyiliği başıma kakıp sıkça tekrarlamasına ya ne denirdi?
Her türlü zulme dişimi sıktım, yine de şikâyet etmedim. Durmadan çalıştım. Gece uyumadım. Gündüz koştum. Zalim efendilerimin karşısında el pençe divan durmaktan yakınmadım.
-Doğan Beyle fazla yüz göz olma!.. Şimdi dışarı atarım, ha!.. Benim sayemde hayattasın!
Zâlim Serçetutan bu sözleri âdeta diline dolamıştı. Her emrinin yerine getirilmesinden sonra kirli, kıllı, çirkin yüzünü ekşiterek, mavi çukur gözleriyle beni tepeden tırnağa kadar süzer;
-Unutma ha, kölem olduğunu! der gibi devamlı mânâlı mânâlı bakar, varsa en ufak bir iyiliğini abartarak hatırlatırdı. Her hareket ve sözüne büyük metanet göstermekten başka şansım yoktu. Susar, yüreğimin parçalandığını, göğsüme sıcak sıcak bir şeylerin yayıldığını, kilitlenen çenemin çatırdadığını, şakaklarımın attığını duyardım. Geceleri uyumaz, gündüzleri uğraşır oraya buraya gidip gelirken, ‘Ne yapacağım, ne edeceğim?’ diye düşünür, hiçbir şeye karar veremezdim maalesef…
Bu ellere getirildiğim günden beri kimseye nazlanamadım. Yıllar sonra başımı okşayıp merhamet eden ise yalnız Doğan Bey olmuştu. Bu acımasız geçen çocukluk dönemim beni iyice pişirmiş, insanlara eyvallah etmemeyi öğretmişti. Bir şey beklemeden azla yetinip şerefim, mutluluğum için yaşamak isterken, başıma gelen bu zulme ve belâya da mânâ veremezdim. Takdir-i ilâhi neylersin...
Kaçmayı çok düşündüm ama beceremedim. Sonra nereye gidebilecektim ki. İlk defa Doğan Bey’i tanıyınca ümitlendim. Kaybetme korkusuyla her şeye katlandım. Olduğum yerde çakılıp kaldım. Sabır ne güzel nimetmiş Allahım! Yalnız bu herifin ikide bir hayvan muamelesi yapması, esirliğimi başa kakması dayanılacak gibi değildi. Ölümden pek güç, çok acı, fevkalâde ağırdı... Aman Allahım, ben de neler düşünüyorum, sırası mı?..” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.