Trende üç kaçak kadın yolcu var

Sesli Dinle
A -
A +

Bir temmuz ikindisi, memleketim Kars Selim’den trene bindim. Erzurum Ilıca’daki okuluma, diplomamı almaya gidiyordum. 

 

Daha doğrusu gece Erzurum’da ağabeyimde kalacak, sabah minibüsle 16 kilometre ötedeki Ilıca’ya geçecektim.
Bindiğim trende oturacak yer ararken, bir kompartımanda üç kadının feryat figan ağladığını gördüm.

 

İçeri girdim; iki elimi havaya kaldırdım:
- Hanımlar bi' durun. Ne oldu? Neden ağlıyorsunuz?
Üç kadın, üç kuşağın temsilcileri gibiydi; nine, anne ve genç kız…

 

Anne her kelimesinde ağlama sesinin tonunu artırıyordu:
- Oğlum... Oğlum Kars’ta istasyonda kaldı… Treni kaçırdı. Biz şimdi ne yapacağız?
Sola, ninenin yanına oturdum. Anne ile kızı karşımdaydı. Tren hareket etti.
- Anneciğim, bi' sakin olur musunuz? Her şeyin bir çaresi vardır. Durun bakalım. Niye istasyonda kaldı oğlunuz?

 

Anne burnunu çeke çeke anlattı:
- Akyaka’da trene son anda yetişmiştik. Bilet alamadık. Kondüktör ‘Biletsiz yolculuğa izin veremem. Kars’ta inip bilet alacaksınız’ dedi. Oğlum da bilet almaya indi, binmeye yetişemedi, tren kalktı. Ortada kaldık!
- Nereye gidiyorsunuz?
- Ilıca’ya…
Yeniden ağlama sesini yükseltmişti, şişman elini dizine vurarak…

 

Sakinleştirme çabalarım sonuç verdi. Önce nine, sonra kız, sonra anne sustu. 

 

Horasan’a yaklaşırken kondüktör bilet kontrolü için o demir delgi aletini cama üç kere sertçe vurup, sürgülü kapıyı sola çekerek açtı, araladığı kapıdan kafasını uzattı:
- Biletler!
Ben biletimi verdim; makas benzeri aletin arasına sokup bastırdı, “çıt” sesiyle bilet delinmiş ve görülmüş oldu. 
- Evet, sizinkiler?
Kadınlar yeniden ağlamaya başladı. Ben araya girdim:
- Teyzenin oğlu Kars’ta kalmış. 
- Biliyorum. Sarıkamış’ta inip bilet almaları gerekirdi. 
- Tamam, ben Horasan’da alırım, dedim. 
- Ama yolculuk Horasan’dan başlamıyor; Akyaka / Ilıca alacaksın. (Kadına döndü:) Ilıca’da mı inecektiniz?

 

Teyze hıçkırıklar arasında:
- Evet, dedi.
Ben:
- Tamam, Akyaka / Ilıca üç normal bilet alacağım, dedim.

 

Horasan’da tren durur durmaz koşarak istasyona girdim, üç cezalı bilet aldım. 

 

Ama cebimdeki para da bitmişti.

 

İnmem gereken Erzurum’u “pas” geçtim, kadınları gidecekleri yere götürmek için. 

 

Tren bir sonraki istasyon için yavaşlarken:
- Ilıca’ya yaklaşıyoruz, kapı önüne çıkalım, tren fazla durmaz burada, dedim. 

 

Teyzelerin bir çuval muşmulasını sırtlayıp kompartımandan çıktım. 

 

Tren durduğunda çuvalı çekerek merdivenlerden sürüte sürüte aşağı, mıcır zemine indirdim. Arkamdan teyze indi. 

 

Ve tren hareket etti! 

 

Nine ve genç kız trende kalmıştı.

 

Aslında yanlış yapanın nine ile kız değil, ben ve teyze olduğumuzu biraz ilerideki istasyon binasını görünce anladım. Erzurum’dan hemen sonra Ilıca istasyonu sanıyordum, meğer arada Palandöken de varmış.

 

Yeniden feryat figan ağlamaya başlayan teyzeye yaklaştım:
- Biz erken inmişiz. Onlar muhtemelen Ilıca’da iner. Ama biz oraya nasıl ulaşacağız, mesele bu…
- Oğlumu bir yerde, annemi ve kızımı başka yerde kaybettim. Dağın başında kaldım. Ben ne talihsiz bir kadınım.

 

O saatte kimselerin bulunmadığı kör bir tren istasyonunda kadının çığlıkları yankılanıyordu.

 

Yaklaşık beş yüz metre ileride Erzurum – İstanbul kara yolunun olduğunu biliyordum. Öğrencilik dönemimde Erzurum’dan Ilıca’ya minibüsle o yoldan giderdik. De, bu saatte, bu çuval ve bu teyze ile oraya nasıl ulaşacaktım?
Artık hava kararmıştı.
- Teyze şu ileride kara yolu var. Oraya yürüyeceğiz, bir araca binebilmek için.

 

Teyze ağlamayı feryada dönüştürdü:
- Hayııırr! Bu saatte ben seninle bu ıssız bucaksız gecede bir yere gelemem!
- Siz bilirsiniz, ben gidiyorum.
Kadının muşmula çuvalını sırtıma atıp tarlaların arasına daldım. 

 

Bir süre sonra kafamı geri çevirdiğimde, kadının da düşe kalka geldiğini gördüm. 

 

Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra kara yolunun kenarına ulaştım. Biraz sonra teyze de nefes nefese yanıma geldi.

 

Gerçekten büyük şans; sipariş etmişiz gibi az sonra boş bir taksinin loş bir ışıkta bize doğru yaklaştığını seçtim.

 

Küçük problem; cebimdeki parayı cezalı biletlere vermiştim ve bir şişe gazoz alacak bozukluk vardı. Taksi durdu.
- Dadaş, biz Ilıca’ya gideceğiz. Önce istasyona, sonra Öğretmen Okuluna...

 

Ama param yok; okula gidince para ödenecek. Olur mu?
- Hele bin gardaş bin, para ne?.. Sonra verirsin ne olacak? (Kadına seslendi;) ana bin ana…

 

Ben önde, “ana” arkada, çuval bagajda hareket ettik.

 

Şimdi bütün duam, nine ve kızı Ilıca istasyonunda bulabilmek…

 

Kavuşma anını unutamam. Şampiyonlar Ligi final maçının son saniyesinde kupayı getiren golün sevinci gibiydi. Üç kadın, yirmi beş dakika önce değil de yirmi beş sene önce ayrılmış gibi ağlaşmalar, koklaşmalarla kenetlenmişti.

 

Yeniden taksiye doluştuk.

 

Okula vardığımızda bekçinin evini kolay buldum.

 

Bahri Baba görür görmez tanıdı beni. Ailesini bırakıp benimle ilgilendi:
- Oo Hayati'ciğim, gel hele… Hayırdır, bizimkilerle nerede buluştun?

 

Taksinin yanında dikilen şoförü gösterdim:
- Şey baba... Taksiye verecek param yoktu, arkadaşın parasını verirsen, ben de bu taksi ile Erzurum’a döneyim.

 

Baştan niyetim öyleydi zaten, Erzurum’daki ağabeyimde kalacaktım.
Taksici planı bozdu: - Ben Aşkale’ye devam edeceğim.
Mecburen Bahri Baba'nın lojmanına girdik.

 

Pardon… 

 

Aşağıda okuyacağınız satırlar, öykünün girişinde olacaktı:

 

Erzurum Ilıca’daki Yavuz Selim Öğretmen Okulunda öğrenci iken, babam yaşındaki bekçi Bahri Baba en samimi arkadaşım olmuştu.

 

Bir akşam onun lojmanının önünde “gizlice” sigara içerken tesadüfen tanışıp ayaküstü sohbet etmiştik bekçi Bahri Baba ile. 

 

Hemşehrim olduğunu öğrenmiştim. Kars Akyakalıydı. Çoluk çocuğu memleketteymiş; tek başına yaşıyordu.

 

- Gel çay içelim Hayati, diyerek içeri almıştı beni, tek katlı bekçi lojmanına…

 

İşte o temmuz ikindisi, memleketim Kars Selim’den trene bindim. Erzurum Ilıca’daki okuluma, diplomamı almaya gidiyordum. 
Sonrasında olanları biliyorsunuz.

 

Bilmediğiniz kısmı ekleyeyim:

 

Diplomamı aldıktan sonra, ısrar üzerine iki gün daha kaldığım bekçi lojmanından çıkıp Erzurum’a gitmek için minibüse yürürken, arkamdan bugünkü kayınpederim, kayınvalidem, sonradan aramıza katılan kayınbiraderim ve eşim el sallıyordu. Hatta eşim kulağıma fısıldamıştı yanından geçerken:

 

- Yolunu gözleyeceğim Hayati, çabuk dön.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.