Durmadan koştular Hasan'la Elif... Az sonra ana yola varmışlardı. Bir taşın üzerine oturdu Elif. Tabanları acıyordu. Birkaç binek arabası geçti hızla önlerinden. Hasan elini kaldırmıştı ama durmadılar. Bir kamyon göründü yolun başında. Hasan yola çıkarak kollarını çapraz sallayarak durdurdu kamyonu. Tıknaz, otuz beş yaşlarında bir adamdı kamyonu kullanan. - Buyur kardeş, hayırdır? - Ağabey, bizi de alır mısın? Adam bir kez Hasan'a ardından da yolun kenarında duran Elif'e baktı. Gülümsedi. Hasan'a göz kırptı: - Hayırdır aslanım... Yoksa düşündüğüm şey mi? - Ağabey, haydi bizi de al, nereye gidersen git, buradan uzaklaşalım bir an önce... Adam sırıttı: - Haydi atlayın arkaya bakalım. Hava güzel, arkada battaniye de vardır. Örtünürsünüz. Ben Konya'ya gidiyorum. Sizi oraya kadar götürürüm. İki genç sevinç içinde bindiler. Biraz sonra yılan gibi kıvrılan yolda hızla ilerleyen kamyonun içinde uyuklamaya başlamışlardı bile. *** Halil bağdaş kurmuş sedirde oturuyordu. Karısına seslendi: - Şu Elif'e söyle de bir kahve yapsın. Kadın yemenisini düzelterek kalktı oturduğu yerden. Başını uzattı oda kapısından: - Elif! Baban kahve istiyor. Ses çıkmadı içeriden. Kadın şaşkınlıkla çıktı odadan. Mutfağa ve öteki odalara baktı. Kimse yoktu. Elif'in küçük kardeşi odasında uyuyordu. Bahçeye çıktı. Sessizdi dışarısı. Telaşlandı. Bir kez daha bağırdı: - Elif... Elif... Cevap yoktu. Kadın adeta feryat ederek bağırdı: - Halil! Halil, kız yok... Adam yıldırım gibi fırladı oturduğu yerden. Hışımla daldı bahçeye. Etrafa bakındı. Bu arada Elif'in annesi kızın odasına gitmiş, çeyizlik bohçasını arıyordu. Omuzları çökmüş bir şekilde geri döndü: - Gitmiş Halil, kız gitmiş... Bohçasını alıp gitmiş... *** Davut jandarmanın sorgusundan dönmüş, biraz dinlendikten sonra oturma odasında sedirde oturmuş sigarasını içiyordu. Bahçe kapısının hızla vurulduğunu duyunca irkildi. Zübeyde hanım boş gözlerle baktı kocasına. Davut öfkeyle bağırdı: - Ne bakınıyorsun, aç şu kapıyı! Zübeyde hemen fırladı. Besmele çekerek çıktı bahçeye. Son günlerde o kadar acı şeyler yaşamıştı ki artık her şeyden ürker olmuştu. Yemenisini düzelterek açtı kapıyı. Halil kıpkırmızı olmuş bir şekilde burnundan soluyordu: - Zübeyde hanım, oğlun nerede? Hasan nerede? Zübeyde kuşkuyla baktı Halil'e. Dudak büktü: - Bilmem Halil efendi, evde yok! Alaylı ve öfkeli bir şekilde acı acı güldü Halil: - Olmaz.. Olmaz tabii. Kızımı alıp kaçtı senin oğlun, kızımı geri verin bana Zübeyde Hanım. O Davut efendiye söyle kızımı geri versin... > DEVAMI YARIN