Halil Efendiden duyduklarıyla Zübeyde'nin başından kaynar sular dökülmüştü sanki bir anda. Şaşkın gözlerle baktı Halil'e: - Halil Efendi, ne diyorsun sen? - Kızımı alıp kaçtı! Oğlun kızımı kaçırdı diyorum. Bu sırada Davut çıkmıştı kapıya. Meseleyi anlamaya çalışıyordu. Halil onu görünce eliyle itti Zübeyde Hanımı. Bahçeden içeri daldı: - Davut Ağa! Kızımı isterim. Oğlun kızımı kaçırdı... Davut birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra toparlandı: - Görmüşler mi Halil, ne biliyorsun oğlumun kaçırdığını? Halil hiddetle bağırdı: - Bana numara yapma Davut! Senin ağalığın bana sökmez. Geçti o devirler. Adım gibi biliyorum ki senin oğlun götürdü kızımı. Bunu sokaktaki eniklere sorsan bilir. Kızımı isterim ben... Zübeyde Hanım ağlamaklı bir şekilde atıldı: - Vallahi haberimiz yok Halil Efendi. Bizim derdimiz başka biliyorsun, ne zaman olmuş, ne zaman gitmişler, nasıl gitmişler. Başımıza daha neler gelecek? Halil öfkeyle bağırdı: - Bu gece gitmişler. Jandarmaya bildirdim. Yakalanırlarsa süründüreceğim onu.. Hapislerde süründüreceğim. Davut şaşkındı. Hiçbir şey söyleyemiyordu. Onların halinden Halil de anlamıştı bir şeyden haberleri olmadığını. Ama öfkesini kusacak birileri olması gerekiyordu ve bu kişiler karşısındaydı: - Dar edeceğim dünyayı o Hasan'a... Bu namustur, benim namusumu iki paralık etti. Gül gibi kızımı telef etti! Davut gözlerini kapattı. Yaptığı bir hata nelere mal olmuştu. Zübeyde Hanım sessizce ağlamaya başlamıştı. Bir anda bütün evlatlarını kaybetmişti. Halil bağırarak çıktı bahçeden. Bütün köy halkı olayı duymuştu. Davut içini çekti. Biraz suçlu, biraz çaresiz, zavallı bir bakışla karısına baktı. Ağır adımlarla eve girdi. *** Ertesi gün her şey açığa çıkmıştı. Davut dükkandaki kasasının içindeki parasının yerinde yeller estiğini görünce çılgına dönmüş, muhtar ise akşam hava kararmak üzereyken Hasan'ı dükkanda gördüğünü söylediği zaman mesele aydınlanmıştı. Davut hiddetinden kör gibi olmuştu. Bugüne kadar hayatının tek güvencesi olan parası olduğu gibi yok olmuştu. Ortada kalmıştı. Halil ise kızının peşindeydi. İçinde bulundukları sıkıntılı durumun sorumlusu olarak birbirlerini görüyorlar bu yüzden birbirlerine saldırıyorlardı. Muhtar iki adamın arasında arabulucu olmaya çalışıyor ama öfkelerine gem vurulamayan bu insanları ortak bir noktada buluşturmak mümkün olmuyordu. İş yumruklaşmalara kadar gitmişti. Sonunda jandarma komutanı olaya müdahale etti ve adamlar birbirlerine öfke dolu bakışlar fırlatarak ayrıldılar. Bütün bunlar olurken Zübeyde Hanım evinde dinmeyen gözyaşları arasında çırpınıyordu. Öğretmen Necla Hanım, onu bahçenin bir köşesine çömelmiş, elleri başının arasında ağlarken buldu: - Zübeyde Hanım, yapma kardeşim böyle... - Kuş olup uçtular öğretmen hanım elimden hepsi... Oğullarım gitti. Biri katil oldu, elini kana buladı, öteki kız kaçırdı, kayıplara karıştı, kızım desen gurbetlerde... > DEVAMI YARIN