Araba Foça'nın arka sokaklarındaki parke taşlı yolda sarsılarak ilerliyordu. Sonunda yavaşlayarak son derece şirin, bahçe içinde iki katlı taş bir evin önünde durdu. Ersin gülümseyerek baktı arkadaşına ve elini onun omzuna koydu: - İşte abi, bizim ev burası. Seviyoruz ailecek bu evi. Akşam olup bahçedeki masanın etrafında toplanınca günün bütün yorgunluğu, yaşanmışsa eğer huzursuzlukları atıyoruz. Annemin o muhteşem yemekleri gelince sofraya ne var ne yok unutuluyor hepsi. Babamı da bilirsin, neşeli adamdır. Hayatı olduğu gibi kabul eder. Annem de ona ayak uydurur, beni de tanıyorsun. Kız kardeşim de Allah'a şükür dört dörtlüktür. Buradan bir yere gitmeye niyetim yok benim. Bir iş kuracağım burada sonra, burada yaşayacağım. Buralı bir kızla da evlenirim... Cüneyt imrenerek baktı arkadaşına. Onun hayatını basit bile olsa çizmiş, idealini belirlemiş olmasına gıpta ediyordu. Kendisi gelecek hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Plan bile yapamıyordu. O planların mutlaka babası tarafından onaylanması gerekmekteydi çünkü. Arabadan iner inmez Ersin'in annesi Nazan Hanım kapıya çıktı. Önünde mutfak önlüğü, başını bir eşarpla bağlamış, ayağında basma bir etekle son derece doğal bir görünümü vardı: - Hoş geldin Cüneyt oğlum... Safa getirdin. Cüneyt hemen elini öptü kadının: - Sağol Nazan Teyze... Hoş bulduk. Nazan Hanım gözlerini kıstı. Küçücük bir burnu vardı. Biblo gibiydi yüz hatları. Ufak tefek bir kadındı. Cüneyt görmeyeli biraz kilo almıştı. Talebelikleri sırasında Ersin'in arkadaşlarıyla tuttuğu eve gelirdi arada bir. O zaman bütün arkadaşlar bu talebe evine doluşurlar, Nazan Hanımın yaptığı yemekleri iştahla yerlerdi. - Ah yavrum, başın sağ olsun her şeyden önce, çok üzüldük, Allah geride kalanlara ömür versin. - Sağ olasın Nazan Teyze, vade gelince elden ne gelir!.. Nazan Hanım hemen toparlandı. Cüneyt'in sesinin titrediğini fark etmişti: - Haydi bakalım, hemen girin içeriye. Gözlemeler hazır. Babanız kaymakla bal da getirdi. Güzel bir kahvaltı yapın önce, sonra canınız ne isterse onu yapın. Keyifle girdiler eve. Eski bir Rum eviydi burası. Taş bir binaydı. Mahmut Bey biraz para harcamış, yeniden restore ettirmişti içini de dışını da. Üst katta dört oda vardı. Altta ise iki oda, bir salon ve bir mutfak. Her katta ayrı banyo bulunuyordu. Bahçede ayrıca başka bir yapı daha vardı. Herhalde eskiden bu yapı müştemilat olarak kullanılmıştı ama Mahmut Beyler şimdi kiler olarak kullanıyorlardı. Cüneyt bayılmıştı eve. Zevkle izliyordu her tarafını. Ersin yanına geldi: - Haydi abi, gir istersen bir duş al, rahat bir şeyler giy üzerine, birazdan karnın şişecek çünkü. Kahkahalar içinde üst kata çıktılar. Cüneyt'e verilen odanın penceresinden deniz görünüyordu. Balıkçı kayıkları, balıkçı motorları sıra sıra dizilmişlerdi. Ersin arkasından yaklaştı arkadaşının: - Dünyanın en güzel güneş batışı buradadır biliyor musun? Akşam olsun görürsün gurubu. Muhteşemdir. Cüneyt huzur içinde gülümsedi: - Teşekkür ederim arkadaşım, böyle bir ortama öyle ihtiyacım vardı ki... > DEVAMI YARIN