Hemen fırladı Berker, sarıldı iki kardeş. Tamer bitkindi. Bedensel yorgunluktan çok manen çökmüştü. Gözlerinin altı morarmıştı. Yüzü bembeyazdı. Güçlükle çıkıyordu kelimeler dudaklarından. - Üzülmeyin, ben iyiyim... dedi. Yazılan neyse o olacak. Adalete karşı boynumuz kıldan ince. Berker dudaklarını ısırdı. Dokunsalar ağlayacak gibiydi: - Elimden geleni yapacağım ağabey... Emin olabilirsin... Tamer başını sallamakla yetindi ümitsizce. Berker devam etti: - Sana birkaç parça eşya getirdim. Ama girişte aldılar elimden. Kontrol edilecekmiş. Başka bir ihtiyacın olursa şayet gene geleceğim, söylersin. Bu arada bir avukat bulmaya çalışacağım... Ah ağabey, bütün bunların nedenini biliyorsun değil mi? Tamer tok bir sesle cevap verdi: - Biliyorum Berker. Kim bilir, adam gibi adam olabilmem için belki de böyle bir tecrübe gerekiyordu. Bakarsın hakkımda böylesi daha iyi olur. Annem nasıl? - Ağlayıp duruyor, nasıl olsun. O da beklemediği bir şok yaşıyor. Tamer arkasına dayandı. Bileklerinde kelepçelerin bıraktığı kırmızı izler vardı: - Onu da alıp Amerika'ya döneceksin Berker. Ben yedi sekiz seneden önce kurtulamam. Bu kadar zaman içinde sen de düzenini kurmak zorundasın. Karını ve annemi al ve git buradan. - Seni nasıl bırakırız ağabey? Deli misin? Tamer son derece kararlı bir sesle üsteledi: - Ben ne diyorsam onu yapacaksın. Ben içeride siz dışarıda, zaten ne faydanız olacak. Bir de... Durakladı, derin bir nefes aldı, biraz çekingen devam etti: - Feryal'i görebilirsen çocuklarıma asla babalarının sahtekârlıktan hapse düştüğünü söylemesin. Hele bu zamandan sonra onları asla rahatsız etmem bir daha. Ama oğullarım beni iyi bilsin, şerefli bilsinler. Bir tek bunu rica ediyorum ondan. Durakladı. Biraz düşündü, sonra heyecanla atıldı: - Boş ver Berker, hiçbir şey söyleme. Sakın benden hiçbir mesaj götürme. Hatta bana kalırsa sen de arayıp konuşma hiç. Onlar kendi düzenlerini kurdular. Kafalarını allak bullak etmeyelim şimdi. Evet, ağabey olarak bir parça hatırım varsa eğer, hiçbir şey söyleme sakın. Söz ver bana! Berker dikkatle süzüyordu ağabeyini. Onun içinde yaşayan çelişkileri anlayabiliyor, yüreğindeki fırtınaları bütün şiddetiyle hissedebiliyordu. Birden irkildi. Onun gözlerinde şimdiye kadar görmediği bir ifade görmüştü aniden. Bu ifade olgunluğun ifadesiydi. Karşısında eski Tamer yoktu artık. Kısa bir an içinde bu değişiklik olmuştu sanki. Şu anda kendisine bakan bu çatık kaşlı, sakalları uzamış, yakışıklı adam, daha önceden bildiği o kararsız, çekingen, boşlukta duruyormuş hissini veren ve konuşmaktan bile çekinen adam değildi. O sanki "sihirli bir değnek" değmiş gibi bir anda büyümüştü. Ağzından çıkan her kelimenin arkasında olduğu hissini veriyordu insana. Usulca fısıldadı gözlerini saklayarak: - Söz ağabey.... - Tamam canım, mahkemem üç gün sonra. Ne olacağı aşağı yukarı belli. Annemi getirme sakın mahkemeye. Şimdi git artık, bir de bana kitap getiriver. Burada zaman başka türlü geçmez.. DEVAMI YARIN