Aliye sanki yarım saat içinde olgunlaşmış, büyümüştü. Dünyaya bakışı değişmişti ve bu, hareketlerine bile yansımıştı. Necla Hanım ayağa kalktı, elini uzattı: - Haydi güzel kız, içeri yanımıza gelmek ister misin şimdi yoksa biraz yalnız kalmayı mı tercih edersin? Aliye birkaç saniye sessiz kaldı sonra usulca fısıldadı: - Biraz sonra geleyim öğretmenim. - Peki canım. Nasıl istersen öyle yap. Yalnız... Gülümsedi sözlerinin burasında: - Bana artık abla de istersen. Çünkü artık sen benim talebem değil kardeşimsin. - Peki Necla abla... Aliye yalnız kalınca ellerini bacaklarının üzerine koyup bir müddet oturdu. Sonra anneciğinin öğrettiği gibi kalkıp abdest aldı namazını kıldı ve dua etti. Anacığı için dua ediyordu. Gözlerinden yaşlar süzülürken yakardı Allah'a. Kendi kendine söz verdi. Okuyacaktı. Evet, hem de Harun ağabeyi gibi hukukçu olacaktı. Hayatının yönünü çizmişti kafasında. İçinde kendisini rahatsız eden tek bir duygu vardı o da babasına karşı hissettikleri. Durmadı üzerinde bu duyguların. Yüreğinin bir köşesine itmeyi becerdi o anda. Bir süre sonra odaya geldi. Toparlanmıştı. Necla Hanım onun olayları karşılayışındaki metanete hayran olmuştu. Hepsi birden gülümsediler küçük kıza. Hepsinin elini öptü . Hayat yeni bir sahne açmıştı artık. *** Ankara Hukuk Fakültesinin bahçesinde gruplaşmış öğrenciler kendi aralarında sohbet ediyor, şakalaşıyorlardı. Okul binasına en yakın grubun içinden sarışın, ufak tefek sevimli genç bir kız saatine baktı: - Nerede kaldı bu kız yahu? Birazdan hoca girecek. Bir dakika geç kalsak almıyor içeriye. Yanında duran uzun boylu yakışıklı genç gözlerini kısarak kapıya doğru döndü: - Sen Aliye'yi bilmez misin, insanı çıldırtır meraktan ama hiçbir zaman da geç kalmaz. Dört senedir bu böyle... Nasıl bir zamanlamadır hayretler içindeyim. Genç kız başını iki yana salladı: - Bence bu gün hiç şansı yok. İki dakika var derse girmemize, bekleyemeyiz daha fazla, girelim biz Barış... Barış yeşil gözlü esmer bir gençti. Kemikli yüzü, keskin bakan gözleri biçimli burnuyla bütün genç kızların ilgisini çekecek kadar yakışıklıydı. Başını kapıdan çevirmeden mırıldandı: - Tamam, girelim Ahu. Tam sözlerini bitirmişken gözleri parladı: - İşte, geldi. Hale bak, hiç de acele etmiyor. Gerçekten de birkaç saniye sonra yanı başlarında beliren kumral, omuzlarından iki parmak daha aşağıda salık duran parlak saçları ve mavi gözleri ile dünyalar güzeli bir kız olan Aliye onları heyecanlarının nedenini bilircesine muzip bir gülümseme ile selamladı: - Günaydın arkadaşlar, biliyorum söyleneceksiniz ama yetiştim işte. Ahu telaşla bağırdı: - Yetiştin. Bunu nasıl yaptığını bir bilebilsem gam yemeyeceğim. Yürüyün, şimdi hoca girecek. Hepimiz merakımız yüzünden dışarıda kalacağız. Gülüşerek hızlı adımlarla okula girdiler. Gerçekten de dersin hocası ile peş peşe girmiştiler. Aliye Hukuk Fakültesi dördüncü sınıf talebesiydi. Bu sene mezun oluyordu ve iki yıldır da Harun beyin yanında staj yapmaktaydı. > DEVAMI YARIN