Bu bir spor yazarı yazısıdır...
26 Aralık 2012 01:00
Toplumun algı mühendisliği üzerine kafa yormaktan daha azını toplumun peşine takıldığı takımının etik değerlere uygun kalması ve başarması üzerine yormayanları bir yana bırakıp ben bu işi yapanlara değil, bu işi size yansıtanlara, yani bizlere bakıp biraz çuvaldız kullanacağım bu hafta. Nasıl cümle oldu ama?..
İster istemez bir seriye dönüştü bu yazılar ve ben de bu hafta bana ayrılan bu arazide seriyi sonlandırıyorum.
Ben de 'genel' gibi Aykut Kocaman yazsam, Meireles'e yorum getirsem, Trabzonspor'a 'teşhis' koysam, Galatasaray'ın aniden 'garanticileşmesine' takılsam, Antalyaspor'a methiyeler düzsem ne yazar...
Oysa kamuoyunun önüne atılan ve çok ani gelişen olayların, algıyı kaydıracak ve 'cambaza bak' derken cüzdanını iç edecek bir 'hamle' olduğunu düşünüyorum. Taraftarının çoktan 'boşadığı' teknik direktörünün ilk olası başarısız maçında; bu kez 'nafaka' istemeye kadar vardıracağını düşünüyorum işi. Aykut Hocası gitmiş olur ve olası ilk kötü saha içi sonucu gelirse, o kale arkası mesela 'Kiğılı istifa' diye mi bağırır, yoksa 'Yıldırım istifa' diye mi?..
Kalkanın, paratonerin, zırhın; her ne derseniz deyin, orada öylece duruyor olması gerekiyor...
O nedenle görüneni yorumlamaktan kendimi alıkoyuyorum...
Spor yazan ile spor yazarı...
İlki hobi gibi yapar ve kitlelere ulaşabilmenin en kolay yolu olan spor konuları üzerine yazar. Her şey olup bittikten sonra, olup bitmiş olana yorum getirir. Hiçbir yükümlülüğü yoktur ve dolayısıyla sorumluluğu da yoktur...
İkincisi ise bu işi 'meslek' edinmiş olandır. Tabular üzerinde dans eder. Riskin kralını alır ve birçok şey olmadan önce haberini yapmaya çalışır. Tutkulara eleştiri getirmek, tabuları düzene sokmak gibi bir misyonu vardır. Hep kullanılmak istenir...
Bir maçın bitiş düdüğü çaldığında bitmesi gereken bir yazıyı en olgun biçimde yazmış olmak pek kolay bir iş değildir. Nasıl ki; 10 dakika izlenebilmiş bir idmandan yola çıkarak bütün haftanın çalışmasını anlamaya ve anlatmaya çalışmanın pek kolay bir iş olmadığı gibi...
Zamanla yarışır ve suya yazı yazar her gün...
Söylediği ise antenden uçar gider ve ondan hep yeni şeyler beklerler...
Gerçek; ortaya çıkmamış yalandır...
Zorunluluktan dolayı dedikoduyu haber yaptığı veya bir söylentiyi atlamaması gerektiği için hemen sayfaya aktardığı çokça görülür. O; atılan her türlü uyduruk golün hep 'muhteşem' kabul edildiği, ama yenilen hiçbir golün güzel bir gol olmadığı bir kitleyle muhataptır.
Hele bir maç anlatanın 400 sayfalık bir kitabı 1.5 saatte bağıra çağıra okumak ile eşdeğer kelime sarfiyatı yaptığını düşünürseniz işin ne denli zor ve kapsamlı olduğu daha da anlaşılır olabilir. Aile-Bayrak-Vatan gibi kavramların bile önüne geçmiş bir takım tutkusuna siz nasıl her söylediğinizle 'tarafsız' olabilirsiniz. Zaten ya yanında ya da karşısındasınızdır...
Ama mesela; bir maç anlatanın maçı anlatmasına karar verenin, hiç maç anlatmamış olması gibi bir garabeti yaşamaktayız son yıllarda. Tıpkı sürücü kursunda ders veren ehliyetsiz bir hoca gibi...
Ön sayfalarda satılan hayallerin inanın çok azı satılmaktadır arka sayfalarda...
Kısacası...
Bu meslek çok saygın ve zor zanaattır vesselam...
Siz bu satırları okurken ben Antalya'dayım. Mesleğimin örgütü TSYD'nin seminerinde meslektaşlarımla görüş alışverişinde bulunup, daha genç arkadaşlarıma birikim aktarmaya çalışıyorum.
Tıpkı seneler önce bana yaptıkları gibi... S-ÖZ:
'Yönetici yaranın üstünde artık bir kabuk olduğunu görür ve göstermek ister. Gerçek spor yazarı ise kabuğun altındaki yarayı görür ve gösterir...' ÜMİT AKTAN
Birisi bir halt yiyip de toplumun bunu 'HALT' olarak algılamamasını istiyorsanız kime ve neye ihtiyacı vardır? İstediği gibi konuşacak ve yazacak birine... Bana ve benim gibilere değil çok şükür...