“Bizim mahalle” operasyonu ve bir “küçük” adamın büyük hırsı

A -
A +
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi kararını verip, açılışı yaptığında, bu kararın toplumun âdeta çimentosu olduğu bir kez daha görüldü. En marazi muhalif partiler bile bu dönüşüme karşı çıkamadı.
Yalnızca AK Parti ve MHP tabanı değil, toplumun genelinde yaşanan bu konsolidasyon (bütünleşme), küresel çete ve aparatları açısından çok rahatsız ediciydi. Sonunda Ayasofya’nın sağladığı bu bütünleşmeyi unutturmak için “AK Parti nasıl marjinalize edilir ve sosyolojik tabanı parçalanır?” sorusuna yanıt arandı ve bulundu. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iptal edilmesi talimatını verdiği İstanbul Sözleşmesi birileri tarafından tekrar gündeme sokulup köpürtülmeye başladı. Peş peşe açıklamalarla tepki ustaca yükseltildi. Böyle bir algı çalışmasının benzerini 17-25 yargı darbesi sürecinde ve Gezi olayları sırasında da görmüştük. Bir şeye karşı çıkılırken Erdoğan ve AK Parti iktidarına fatura kesilen bir algı çalışmasıydı bu. AK Parti’yi yumuşak karnından; yani dindar ve mütedeyyin tabanı üzerinden vurmayı hedefliyordu. Başta Oda TV adlı karanlık aparat olmak üzere muhalefetin tüm yayın organları AK Parti sosyolojisini birbirine düşürmek için ellerinden geleni yapmaya başladı. Misal, KADEM’in İstanbul Sözleşmesi ile ilgili eleştirilere verdiği yanıtları “KADEM’den yobazlara tokat gibi yanıt” başlığıyla verdiğinde tartışmaya katılanlar, kendilerine yobaz diyen KADEM’miş gibi oyuna geliyordu. Peki, Abdurrahman Dilipak’a ne demeli? Hani “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” derler ya o hesap. FETÖ’cülerin affedilmesi gerektiğini söyledi. Gereken yanıtlar verildi ama bir çentik attı sonuçta. Sonra “Osman Kavala serbest bırakılsın” dedi.  İstanbul Sözleşmesi’nden yola çıkarak düşüncelerini kabul etmeyen insanları Sorosçulukla suçladı. Üstelik kendisi Kavala’nın serbest bırakılmasını istediğinde Sorosçulukla haksız biçimde suçlanmışken. Durmadı, İstanbul Sözleşmesi’ni benimseyen kadınlara “Fahişe” demeye kadar vardırdı işi. AK Parti, hakkında dava açınca da mağdur olmayı seçti.  Yeni Şafak yazarı siyasetçi Ayşe Böhürler köşesinden “Fesüphanallah, edep yahu! Alt tarafı uluslararası bir sözleşme. Fahişe mi diyor? Kendi karısı, kızı, gelini aynı fikirde mi acaba? Ayıp ki ne ayıp” deyince onu da cevapsız bırakmadı ve aynen şöyle yazdı: Bizim mahallemizde kime ne satıyorsunuz? Allah’tan korkun, kuldan utanın” “Bizim mahalle!” öyle mi? Müge Anlı’nın kocasından boşandığı hâlde “Bizim ev, bizim ev” diye konuşup duran kadına “Senin bir evin yok!” sözleriyle bağırmasını hatırladım. Senin bir mahallen yok Abdurrahman Bey! Orası artık BİZLERİN MAHALLESİ. Yani, yüzde 52-58 arasında oy oranına tekabül eden yaklaşık 40 milyon insanın oturduğu, kozmopolit ve heterojen, çok farklı dünya görüşlerinden ve yaşam tarzlarından oluşan, millî duruşun egemen olduğu, vatan sevgisi eksenli büyük bir mahalle. Sen bu koskoca kitleyi kendi eski nostaljik mahallene hapsedemezsin. Ve üstelik bunu bilmiyor da olamazsın.  İstanbul Sözleşmesi ve Hilafet eksenli aslında çoktan bitmiş olan tartışmalara körükle giderek AK Parti’yi marjinalize etmenin başka partilere oy transferine sebep olacağını da keza aynı şekilde.   DİLİPAK-DAVUTOĞLU DİYALOĞU   Hazır Dilipak demişken.  Salih Tuna yazdı da öğrendim. Meğer Abdurrahman Bey eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na “İstanbul Sözleşmesi’ni okudunuz mu?” diye sormuş. Davutoğlu da “Okumadan imzaladım” demiş. Oysa aynı Davutoğlu’nun daha önce TV5’te “Satır satır okudum, gururla da imzaladım” dediğini hatırlatan Salih Tuna “İkisinden biri yalan söylüyor” diye yazıyor. Burada Dilipak doğruyu söylüyor. Davutoğlu bence de okumadan imzalamıştır.  Nitekim Geri Kabul Anlaşması’nı da okumadan imzalamıştı. AB liderleri onu “Aslansın kaplansın, Erdoğan da kimmiş, sen onun yerine geçecek adamsın” diye pohpohlayıp gözünü karartmıştı. Ona “Bu anlaşmayı imzalarsan size vize muafiyeti getireceğiz” diye de söz vermişlerdi. O da beyanatlarında karşılığında vize muafiyeti alındığını söyleyip durdu. Oysa vize muafiyeti filan yoktu ortada. Biz imzaladığımızla kaldık, onlar mülteci akınından kurtuldular. Bir küçük adamın “büyük” hırsı ve basiretsizliği sayesinde.   FUAT UĞUR'UN DİĞER YAZISINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN'KAFASINI KAYBEDEN ADAM' VE 'BEYİN BÖNCÜKLEMESİ'  
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.