‘Tengrilerden’ ‘tevhîd’e giden yol

A -
A +
Prof. Dr. Osman Kemal Kayra
 
Türkler 11. asırdan itibaren doğru bir itikatla yani “Ehli sünnet ve’l-cemâat” akidesiyle ve saf bir imanla İslâmiyet’e sarıldılar. Ancak İslâmiyet’i kabul eden Türklerde itikat ve amelde taşlar kademe kademe yerine otururken, ıstılahlarda biraz gecikme oldu.
 
 
İnanç sistemleri bağlayıcı ve birleştiricidir. "Beşerî dinler"de toplum baskısı daha şiddetli olduğu için, bu baskı çok net hissedilmiştir. Fetişist ve “hayvan tanrılar” döneminde insanların tanrılarının yanlarında veya karşılarında olmasından, bu dinler derunî ve düşündürücü değil, görsel ve fizikîdir. “Tanrıya” dokunulur, temizlenir, süslenir ve yemeseler de onlar için yemekler konurdu! Onların gazabından kurtulmak için hayvan ve hatta insan da "kurban" edilirdi!..
Tabiat "tanrıcılık" döneminde ulaşılamayan ama gücü belli olan tanrıları vardır. Güneş, Ay, yıldırım, şimşek ve fırtına gibi unsurlar ya lütufla ya da gazapla insanlara muamele ederlerdi. Böyle inanırdı insanlar. Politeist tanrıcılık inancı hâkimdi bu dönemlerde. İlkel kabilelerde bu anlayış hâlâ devam etmektedir. Her tanrı bir başka iş ile anılır ve öyle tapınılır veya kurbanlar kesilirdi. Tanrılar her kavim, her topluluk için özeldi. Türklerdeki “Kök Tengri” tek düşünülse de “Türk Tengrisi” şeklinde geçer ve yalnız Türklere mahsus bir tanrı olarak kabul edilirdi. Yunan’ın Zevs’i ve Hera’sı, Vikinglerin Odin’i yalnız o toplumlara özeldi. “Tevhîd” inancı yoktu. Güneş'e tapınılırken Ay’a da tapınmayı ihmal etmiyorlardı. "Hayvan tanrılar" ve mitler döneminde hemen her hayvana tapıldı. Türkler, Kök Tengri dini, Budizm ve Brahmanizm Maniheizm gibi muhtelif dinlere bir müddet inandılar.
 
ESKİ İNANIŞLARIN İZLERİ
 
Mücerret kavramlara geçiş, monoteizme geçiş olarak algılanmamalıdır. Politeizm ve monoteizm arasındaki geçişkenlik, algı karmaşası olarak düşünülmelidir. Mesela Doğu Göktürklerden bahsederken, her yıl asilzâdeler atalarının çıktıkları mağaraya gidip takdis merasimi yapıyorlardı. Bundan başka halk, yılın beşinci (günü ) ve ayın yirmisinde, aynı dağa “Ötüken”e giderek semanın ruhuna ibadet ediyorlardı. Aynı âdetin Batı Göktürklerinde de câri olduğu anlaşılmaktadır. Türkler Ergenekon’dan çıktıkları günün yıl dönümünde bir mesireye toplanırlar, hususi bir merasimle bir demir parçasını ateşte kızdırırlar, han bizzat kızan demiri ateşten çıkarır; örs üzerinde çekiçle döver, halk da bu günü kutlu sayıp bayram eder. Türklerin Ergenekon’dan çıkışları dolayısıyla yapılan bayram hakkında Ebulgâzî’nin verdiği malumatın “Câmiü’t-tevârîh”ten aldığı anlaşılıyor. (Prof. Dr. Osman Turan, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2009.)
Kaynaklardan anlaşıldığına göre Kırgızlar, Uygurlar ve Tuna Bulgarlarında on iki hayvan takvimi kullanılmıştır. Bugün hâlâ Kırgız ve Başkurtlarda on iki hayvan takviminin izleri net bir şekilde görülmektedir. Göktürklerin bu takvimi kullandıklarına dair net bir delil yoktur. Bu arada ortak ilkel inanç geçişkenliği çerçevesinde Simurg, Phonix, Anka, Garuda ve Grifon farklı kültürlerde yer alsa da bunların bir birlerinden türediklerine inanılır. Phonix, karanlıkları aydınlatan tanrı olarak Mısır; Simurg ise İran mitolojik unsurudur. Türklerde Arap ve İran kültürlerinin yansıması olarak Simurg ve Anka bolca kullanılmıştır. Garuda, Hint mitolojisinde ilâhî gücün sembolü Vişnu’nun bineğidir. Ejderha aslen Çin mitolojisinden diğer kavimlere ve Türklere de geçmiştir. Kurt ve geyik de Türklerde oldukça önemli bir yer tutar. Kurt Uygur ve Oğuz Kağan Destanı ile kendisini gösterir; Başkurt Türklerinde de ortak yol göstericidir.
 
İSLÂMİYETLE BAŞLAYAN YENİ DÖNEM
 
İslamiyet'i kabul eden Türklerde itikat ve amelde taşlar kademe kademe yerine otururken, ıstılahlarda biraz gecikme olmuştur. İlk İslâmî eserlerden olan Kutadgu Bilig, aruz vezniyle 1070 yılında Hakaniye Türkçesi ile kaleme alınmıştır. Kitabın müellifi Yusuf Has Hâcip (aslı Hashâcip olmalıdır) eserini Tavgaç Buğra Hanlar Hanı Kara Han’a sunmuştur. Saadetlenme bilgisi anlamındaki bu eser aynı zamanda bir siyâsetnâme ve bir nasihat kitabıdır. Dünyada ve ahirette mutluluğun işaretlerini yansıtır. Samimi bir Müslüman olan Yusuf, Allâhü teâlâ, Hazret-i Peygamber (aleyhisselam) ve Hulefâ-yı Râşidîn sevgisini de işler. Allâhü teâlânın adları ve sıfatları ve bazı İslâmî terimler, temsil ve istiare ile münasebet kurulan kelimelerden meydana gelmiştir. Bunu bazı beyitlerle açıklayalım:
1. “Bayat atı birle sözüg başladım” // “Törütgen, igitgen, keçürgen idim.”
(Yaratan, yetiştiren, bağışlayan Rabbim olan Allâh’ın adı ile söze başladım.)
Bu, Besmele-i şerife’nin ve Fâtiha-i şerîfenin baş kısmına benzerlik gösterir.
Burada “bayat” kelimesi “kadîm”; “törütgen” kelimesi “hallâk”, “hâlık”; “keçürgen” “yümît” yani öldüren hem de günahları bağışlayan; “gaffâr”,”gafûr” ve “gâfir” kelimelerine karşılık olarak kullanılmıştır. “İdi” kelimesi ise “mâlik, “melik”, “mevlâ” kelimelerine karşılıktır.
2. “Öküş ögdi birle tümen ming senâ” // “Ugan bir bayatka angar yok fena.”
Ögdi ve senâ (övmek) kelimeleri tümen ming yani (10.000x1000) demektir. Bu, çok sınırsız anlamında kullanılır. “Elhamdülillâhi kesîrâ”
Ugan, gücü yeten, muktedir olan anlamındadır. “Vehüve alâ külli şey’in kadîr”in karşılığıdır.
7) “Ulugluk sanga ol bedüklük sanga”// “Seningdin adın yok sanga tuş tenge.”
(Ululuk ve büyüklük sana mahsustur. Sana eş ve denk olan başka bir şey yoktur.)
Allâhü ekber ve “velâ şerîkelehu velâ nazîrelehu velâ misâleleh”in âdeta kelime kelime aktarımı gibidir.
14) “Kamug sen törüttüng ne erselerig” // “Yokadur ne erse sen ök sen tirig.”
(Her varlığı sen yarattın. Varlık yok olur; bâkî kalan yalnız sensin.) (Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacak.) (Rahman sûre-i celîlesi, 26, 27 )
17) “Yorımaz ne yatmaz udımaz odug” // “Ne mengzeg ne yangzag kötürmez bodug”
(Yürümez, yatmaz, uyumaz, uyanıktır. Ne benzer ne de kıyas edilir, ne de tasavvur götürür.)  (O hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.(Bakara Sûre-i celîlesi, 255)
30) “Sevüg savçı birle kopurgıl mini” // “Elig tuttaçtı kıl könilik küni.”
(Mahşer günü beni sevgili peygamber ile birlikte haşret; onu bana şefaatçi kıl.)
Savçı, sözcü, Allahü teâlânın kelâmını onun kullarına bildiren peygamber; kopmak ise ayağa kalkmak, dikilmek, koşmak, yani mahşer günüdür. “Elig tuttaçtı”, şefaat eden, elden tutan demektir. İşaret ettiği mana ise: (Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik), (Enbiya Sûre-i celîlesi, 107)
Yalavaç aleyhisselâm ögdisin ayur.  (Resûl [elçi] aleyhisselâmın mehdini söyler.)
34 )”Sevüg savçı ıdtı bağırsak idi” // “Bodunda talusı kişide kedi.”
(Merhametli Rabbim halkın en seçkinini ve insanların en iyisi olan sevgili peygamberi gönderdi.) Enbiya 107’ye atıf vardırAyrıca (Muhakkak ki sen çok üstün bir ahlak üzeresin) (Kalem sûre-i celîlesi, 4) “O hâlde benim rûhum ve cesedim mahlûkların en iyisidir…” (İki Cihan Güneşi Hazret-i Muhammed’in Hayatı -aleyhisselâm- Prof. Dr. Ramazan Ayvallı, 2018 )
Bu örnekleri çoğaltmak da mümkündür; yalnız önemli olan nokta şudur: Türkler 11. yy.dan itibaren doğru bir itikatla yani “Eh-i sünnet ve’l-cemâat” akidesiyle ve saf bir imanla İslâmiyet’e sarıldılar. Sonra da cihat ruhu ve fetihlerle bu dinin bayraktarlığını yaptılar. Hâlâ da bu saf ve temiz inanışın İslâm dünyasındaki temel rüknü Türklerdir.
 
DEDE KORKUT’TAN MİSALLER
 
Şimdi de bir diğer eser olan Dede Korkut Kitabı’na geçelim:
Metnin yazıya geçirilişi 15. veya 16. asırlar olarak düşünülse bile sözlü ürün olarak başlangıcı ön sözüne binaen 7. yy.a kadar iner. Çünkü ön sözde şöyle zikredilmiştir: “Bismillâhirrahmanirrahîm. Ve bihi nesta’în, Resul aleyhisselâm zamanına yakın Bayat boyından Korkut Ata dirler bir er koptı.”
İşte bu ifade bize bir ışık tutuyor. Tabii, ön söz asıl metnin içinde var mıdır yok mudur bu da tam belli değildir.
Şimdi de bu eserdeki dinî temayül ve ifadelere bir göz atalım: “Allah Allah dimeyinçe işler ongmaz. Kâdir Tangrı virmeyinçe er bayımaz.” (Allâh Allâh demeyince işler yoluna girmez. Kâdir Allâh vermeyince kul zengin olmaz.)
Agız açıp öger olsam üstümüzde Tangrı görkli.” (Birini övecek olsam en güzeli Allâh’tır.) (Tabii ki “üstümüzde" kelimesi yanlış olarak kullanılmıştır.)
Hecesinleyin düz okınsa Yâsîn görkli.” (Hece hece ve düz okunsa Yâsîn ne güzeldir.)
Burada en dikkate değer olan bölüm, Kur’ân-ı kerîmi yavaş yavaş ve düz (tegannisiz) okunma isteğidir. (Kur’ân-ı kerîmi -harfleri sayılırcasına- tane tane ve yavaşça okuyun.) (Müzzemmil Sûre-i celîlesi, 4)
Minarada banglayanda fakı görkli.” (Minarede ezan okuyan (fakîh) müezzin ne güzeldir.) Burada müezzine fakıh denmesin sebebi, Türklere o zaman İslâmiyeti öğretenler Arap ve Farslardı. Bunlara “tat” veya “fakı” deniyordu.
Yine Salur Kağan Boyu’nda “…Hasan ile Hüseyn’in hasreti su… Âişe ile Fâtıma’nı nigâhı su”. Aynı konuda yine “Ağaç ağaç dersem sanga arlanma ağaç // Mekke ile Medine’nin kapusı agaç” //  “Mûsâ kelîm’in asâsı agaç //……..” Şâh-ı merdân Alî’nin Düldül’nün egeri agaç”, // “ Zülfikaarung kınıyıla kabzası agaç.” // “ Şah Hasan ile Hüseyn’in bişigi agaç.” (Mekke’den Kâbe-i muazzama, Medine’den Efendimizin kabr-i şerifi anlatılmak istenmiştir.)
Uruz Beg Boyu’nda “Rabb” kelimesinin kullanıldığını görürüz.
“Altun cıda oynadana Yâ Rab noldı”  //…… "Bidevi atla bir ogula yâ Rab noldı...”
Yine KanTural Boyı’nda  İslâm ve Türk usullerince kız isteme sözlerine şahit oluruz: “Tangrı burugu-y-ile, Peygamber kavli-y-ile kızungı almaga gelmişem.” (Dede Korku Kitabı, Metin Sözlük, Doç Dr. Muharrem Ergi. Ankara Üniv. Basımevi, 1964)
Örnekleri çoğaltmak mümkün; biz bununla yetindik. Aynı konuya gelecek yazımızda devam etmek dileğiyle esen kalınız efendim…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.