Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri: "Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır!"
Sual: Farz namaz borcu olanın kıldığı nafile namazlar kabul olur mu?
Cevap: Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, Fütûh-ul gayb kitabın buyuruyor ki:
“Müminin, önce farzları yapması lazımdır. Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın sünnetleri kabul olmaz. Hazret-i Ali'nin bildirdiği hadis-i şerifte; buyuruluyor ki:
(Üzerinde farz namazı borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez.)
Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yazdığı bu hadis-i şerifi şerh eden Hanefî mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:
“Bu haber, farz borcu olanların, sünnetlerinin ve nafilelerinin kabul olmayacağını göstermektedir. Sünnetlerin, farzları tamamlayacağını biliyoruz. Bunun manası, farzlar yapılırken, bunların kemallerine sebep olan bir şey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemal bulmasına sebep olur. Farz borcu olanın kabul edilmeyen sünnetleri bir işe yaramaz.”
Fütûh-ul-gaybın bu şerhi fârisî olup, İstanbul'da, Bâyezid Devlet Kütüphanesinde, 3866 numarada mevcuttur.
İbni Âbidîn hazretleri de, nafile bahsinde buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte;
(Tamam yapılmamış olan namaz, zekât ve başka farzlar, nafileler ile tamamlanacaktır) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî hazretleri, bu hadis-i şerif, yapılmış olan farzların içindeki sünnetler noksan kalırsa, nafilelerle bu noksanların tamamlanacağını göstermektedir. Yoksa, yapılmamış farzların yerine nafilelerin geçeceğini bildirmiyor buyurdu. Çünkü, başka bir hadis-i şerifte;
(Bir kimse, namazını tamamlamadı ise, o namazın üzerine, tamamlanıncaya kadar, nafile namazları eklenir) buyuruldu.
Bu hadis-i şerif, nafilelerin, terk edilmiş farzı değil, noksan olarak kılınmış farzı tamamlayacağını göstermektedir buyurdu.”
İmdâdın Tahtâvî hâşiyesinde de, bu hadis-i şerif zikredilerek, sünnetlerin, kılınmış olan farzdaki kusurları tamamlayacağı bildirilmektedir. İmâm-ı Gazâlî ve İbni Arabî hazretleri gibi Hanefi mezhebinde olmayan âlimler ise, nafilelerin özür ile kaçırılan farzların yerine konacağını bildirmektedir.”
Muhammed Bâkî Billâh hazretleri çok şefkatliydi. Bir zamanlar kıtlık olmuştu Lâhor'da…
Bir lokma “ekmeğe” muhtaç oldu insanlar.
Onların hâline öyle üzülürdü ki, evde yemek yiyemezdi!
Sebebini soranlara;
“İnsanlar açlıktan kırılırken bizim yememiz insafa sığar mı?” derdi.
Delhi'ye, atla giderdi ekseriyâ.
Ama yolda yaya giden fakîrleri görseydi, atından inip, onları bindirirdi atına.
Kendisini tanımasınlar diye de “tebdîl-i kıyâfetle” gider, şehire yaklaşınca kendi binerdi tekrar.
Şefkatinden, “mânevî himmeti” de çok olurdu kullara.
Talebesi olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebeyle yoğurt göndermişti kendisine.
Talebe gidip çaldı kapısını.
Bâkî Billâh hazretleri kapıyı açtı.
Gelen talebeden yoğurt kabını aldı. Ve yüzüne şefkatle bakıp;
“Senin ismin ne?” diye sordu.
Genç, söyleyince;
“Peki, hocana selâm söyle” buyurdu.
Bu kadarcık görüşüp de geri döndüğünde, “evliyâlık hâlleri” başladı o talebede.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri sordu:
“Evlâdım, sana böyle ne oldu?”
O, kendinden geçmiş hâlde “Bilmiyorum efendim, her yerde bir nûr görüyorum ki, îzah edemiyorum” dedi.