Bir sohbet esnasında, Emir Sultan''a bir zat, Bir sual tevcih etti, dedi; (Fahr-i kâinat, Yalnız ruh olarak mı, çıkmış idi Mi''raca? Bedeni ile birlikte çıkmış mıydı acaba?) Şöyle cevab verdi ki; (Ceddim Resul-i ekrem, Birlikte çıkmış idi, ruh ve bedeniyle hem. Hem mekansız, zamansız, keyfiyetsiz olarak, Allahü tealayı gördü, bu da muhakak. Göz, kulak, sinir gibi olmadan bir vasıta, Rabbi ile konuştu, şüphe yok bu hususta. Cebrail, gökten yere, yerden dahi göklere, Her gün iner çıkardı, hem günde birçok kere. Nasıl ki bu hakikat olunamazsa inkâr, Bu husus da, gün gibi gayet açık, aşikâr.) Bir gün de, talebeye, Nisa suresindeki, Yüzyirminci ayetin tefsirinde dedi ki: Bizim bu yolumuzda, gaflete yer olmaz pek, Şeytanın aldatması kavidir, dikkat gerek. Avâmı, başka türlü aldatır o durmadan, Âlim olanları da, aldatır başka yoldan. Nitekim Musa Nebi zamanında birisi, Vardı ki, o kimsenin çoktu dini bilgisi. Hatta "İsm-i a''zam"ı biliyordu o kimse, Kabul ediliyordu ne dua eder ise. Lakin Belka şehrinin, kâfir valisi Belak, Bu "Bel''am" denen zatı yanına çağırarak, Dedi; (Dua eyle ki, Mûsâ''nın askerleri, Bizim bu şehrimize girmeyip dönsün geri.) Pek çok da dünya malı va''detti ona bir de, Ölümle tehdit etti yapmadığı takdirde. O da, dünya malına mâlesef aldanarak, Yahut da "Öldürürüm" tehdidinden korkarak, Mûsâ Nebiye karşı, beddua eyleyince, Mürted olup, imanı gidiverdi hemence. Dünyayı, ahirete tercih edip o ahmak, Ebedi felakete düştü sonsuz olarak. Dediler; (Âlimlerin böyle olursa hali, Biz gibi cahillerin nice olur ahvali?) Buyurdu; (Evliyadan bir Hasen-i Basri var, İbadet ediyorken evinde bir zamanlar, Elinde çok "Yular"la, şeytanı gördü o an, "Bunları ne yaparsın" diyerek sordu ondan. Dedi ki; "Amelinde ihlassız olanları, Bulup, boyunlarına geçiririm bunları. Artık benim mahkûmum olurlar onlar elbet, Artık tek başlarına edemezler hareket." İşte ey kardeşlerim, çok mühimdir bu ihlâs, İhlassız amellerden, faide hasıl olmaz.

