''Ben olsaydım!'' Hazreti Ömer Fâruk, gadaplıydı bir hayli, Lâkin sırf "Allah için" olurdu gadap hâli. Bir gün namaz kılarken, Resûlullahla bu zât, Resul imam olmuştu, kendisi de cemaat. Resûlullah namazda okuyunca bir âyet, Birden hazreti Ömer, gadaplandı be gayet. Zira bu âyetinde, Hak teâlâ Resûle, Fir''avnın bir sözünü bildiriyordu şöyle: (Fir''avn kendi kavmine demişti ki, "Ey kavmim, Sizin tapacağınız, en büyük tanrı benim.") O bunu işitince, kan sıçradı beynine, Düşündü: "Nasıl söyler, Fir''avn bunu kavmine?" Fir''avnın o sözüne, pek çok gadaplanarak, Konuştu O namazda, elinde olmayarak. Dedi ki: (Ben olsaydım, o kâfirin yanında, Kendisini muhakkak, öldürürdüm ânında.) Sonra namaz bitince, O Server selâm verdi, Bu konuşması için, onu ikaz eyledi. Buyurdu ki: (Tekrar kıl, namazını yâ Ömer, Zira dünya kelamı, namazı ifsat eder.) Tam kılacak idi ki, o namazı bir daha, Nazil oldu Cebrail, hemen Resûlullaha. Rabbimiz buyurdu ki: (Ey Sevgili Habibim, Ömer''in konuşması, hoşuma gitti benim. Onun iş bu namazı, gelmiştir yerine tam. Hatta sevabını da, misliyle ettik ikram. Zira biz çok severiz, gayreti çok olanı, Sevdiğini çok sevip, böyle çok kayıranı.) Yine Hazreti Ömer, bir gün evi önünde, Hırkasını yamardı, sıcak bir yaz gününde. Güneşin harareti, pek fazla olduğundan, Mübarek vücudunu, yakmıştı güneş o an. Bu yüzden sertçe baktı, O, güneşe bir kere, Güneşin sıcaklığı, azaldı birdenbire. Öyle ki, bulut yokken havada bir nebzecik, Dünyayı bir "karanlık" kapladı hemencecik. O anda nazil oldu, Cibril-i emin yere, Rabbinin şu emrini getirdi Peygambere. Hak teâlâ buyurdu: (Ey şerefli Peygamber, Güneşe, bir defa da, şefkatle baksın Ömer. Ona, yumuşaklıkla bakmaz ise o şayet, Güneşin sönen nûru, bir daha etmez avdet.) Çağırdı Resulullah, Ömer ibnil Hattab''ı, Bildirdi kendisine, Hak''tan gelen hitabı. "Peki yâ Resûlallah" diyerek O da tekrar, Güneşe, şefkat ile bir daha etti nazar. Sıcaklık ve ziyası, geldi eski haline, Karanlıktan ışığa kavuştu dünya yine.

