Dirildi şehid Nevfel! Hâtun sual edince, ahvalini "Nevfel"in, Yaşla doldu gözleri, hazreti Peygamberin. Şehadet haberini söyleyemedi ona, Arkaya işaretle, devam etti yoluna. Sonra hazreti Ali geliyordu geriden, Hâtun Ona yaklaşıp, Nevfel''i sordu hemen. Hazreti Ali''nin de, yaşla doldu gözleri, Diyemedi bir türlü ona acı haberi. O da işaret edip, eliyle arkasına, Yürüyüp geçiverdi, öndekinin yanına. Sonra hazreti Osman, geliyordu geriden, Hâtun Ona koşarak, Nevfel''i sordu hemen. O da bu manzaraya üzülerek gayetle, Geçiverdi ileri, arkaya işaretle. Sonra hazreti Ömer, geriden geliyordu, Hâtun merak içinde, yaklaşıp Ona sordu. O da söyliyemedi, hatuna bu haberi, Arkaya işaretle, geçiverdi ileri. En arkada Ebû Bekr, yalnızca geliyordu, Hâtun Ondan müjdeli bir haber bekliyordu. Çaresizlik içinde, koşarak Ebû Bekr''e, Nevfel''in ahvalini, Ona sordu bu kere. Resul-i müctebanın mağara arkadaşı, Ve Onun çok sevdiği, yârı, hem de sırdaşı, Hazreti Ebû Bekir, düşündü ki, "Ne desem? Şehadet haberini bu hatuna der isem, Muhalefet olur bu, Allah''ın Resulüne, Zira O söylemedi, bunu onun yüzüne. Geride kaldı desem, bu söz de yalan olur, Zira benden geride, gelen bir kimse yoktur. Yâ Rabbi, kaçındılar yıkmaktan bir gönülü, Ali, Osman ve Ömer, hem de Allah Resulü. Zor durumda kaldım, ben nasıl cevap vereyim, Geride kimse yok ki, işaret eyliyeyim. Üzmek istemiyorum, bu zavallı kulunu, Yâ Rabbi göster bana, bunun çıkış yolunu. Bütün ihtiyarını, Allah''a bırakarak, Eliyle sakalını, tutup sıvazlayarak, Bütün varlığı ile sığındı Yaradana, Ve "Yâ Allah" diyerek, şiddetle etti nidâ. O an bir toz bulutu, belirlendi uzaktan, Şehid Nevfel, sür''atle geldi ve indi attan. Dedi: (Yâ Ebâ Bekir, sırf senin hatırına, Diriltti Rabbim beni, bir emrin var mı bana?) Ve hazreti Sıddık''ın, ellerini öperek, Yürüdü ileriye, bir bir selam vererek. Atının üzerinde, yalın kılıç Nevfel''i, Görüp hayret ettiler, sahabenin her biri.

