Peygamber Efendimiz, Sıddık ile böylece, Mağarada kaldılar, üç gündüz ve üç gece. Sıddık hararetlenip, arzuladı serin su, Ve hemen arz edince, Resule bu hususu. Buyurdu; (Yâ Ebâ Bekr, çıkıver dışarıya, Bir ırmak görürsün ki, iç ondan doyasıya.) Sıddık emre uyarak, dışarı çıktı hemen, Mağaranın önünde, su gördü hakikaten. Baldan tatlı, kardan ak, miskten güzel kokardı, Yeşillikler içinde, serin bir su akardı. İçti Sıddık-ı ekber, o sudan doya doya, Döndü ferahlanarak, tekrar o mağaraya. Dedi: (Yâ Resûlallah, dağ başında bu ırmak, Nasıl böyle akar ki, ederim bunu merak.) Buyurdu: (Hararetten, vaktâ ki yandı için, Hak teâlâ yarattı, bu suyu senin için.) Hazreti Ebû Bekir, sevindi gayet buna, Dedi ki: (Anam, babam, feda olsun yoluna. Hak teâlâ katında, acaba bu günahkâr, Ebû Bekr''in kıymeti, var mıdır ki bu kadar? Bu güzel serin suyu, Mekke''nin bir dağında, Akıttı benim için, misk ve amber tadında.) Cevaben buyurdu ki; (Evet yâ Ebâ Bekir, Hak katında kıymetin, daha da ziyadedir.) Hazreti Ebû Bekir yine o mağarada, Bir kuşcağız gördü ki, dururdu hep tavanda. Ne yer, ne de içerdi, dururdu aynı minval, Çok tuhafına gitti, ondaki bu garip hal. Düşündü: (Hiçbir canlı, yaşayamaz yemeden,) O esnada Cebrail, oraya geldi hemen. Resul vasıtasıyla, buyuruldu ki ona, (Merak ettiğin şeyi, sual et o hayvana.) Hazreti Ebû Bekir, etti ki kuşa sual; (Ne yer, ne de içersin, nedir bu sendeki hal?) O zaman kuş söyledi, sırrını Ebû Bekr''e, Dedi ki: (Bu esrarı, size derim iki kere. Yarattı Hak teâlâ, bin yıl önce beni hem, Sadece iki sözdür, benim yemem ve içmem. Acıkınca birini söylerim, doyar karnım, Susasam öbürüne söyleyince kanarım.) Buyurdu: (Ey kuşcağız, bu ne acaip şeydir, Seni böyle doyuran, kandıran sözler nedir?) Dedi ki: (Hak teâlâ herşeye kadir elbet, O, her türlü doyurur, O''nundur güç ve kuvvet. Doyurur beni dahi, iki kelime ile, Bunlar dahi bahusus, ilgilidir seninle. Sana buğz edenlere, lanet eder doyarım, Seni çok sevenlere, dua eder kanarım.)

