Bir velî anlatıyor: Büyüklerden biri, bir kimsenin eline kıymetli bir "Hediye" verdi. - Bunu al, mektebin en güzel talebesi hangisiyse ona ver! Adam, "Peki" deyip çıktı. Kendi çocuğu da o mektepteydi. Yüzlerce çocuk içinden kendi oğluna verdi o hediyeyi. Geri geldiğinde o velî sordu: - Hediyeyi kime verdin? - Kendi oğluma. - Niçin? - Baktım, baktım, ondan daha güzelini göremedim. Velî zat tebessüm etti. - İşte kıyamet gününde de aynen böyle olur. - Nasıl? Ümmetime verdim - Allahü teala, "Rahmet" hediyesini Muhammed aleyhisselama verir. O da mahşer yerine gelir. Âdem aleyhisselamdan kıyamete kadar her ümmet oradadır ve çoğu perişan haldedir. Onlara bakar, bakar, kendi ümmetinin günahkârlarına verir o hediyeyi. Allahü teala bildiği halde sorar: - Hediyeyi kime verdin? - Ümmetime. O zaman buyurur ki: - Ey Habibim! Senin ümmetin girmedikçe, diğer ümmetler Cennete giremezler. *** Bir gün de zenginin biri, bir alimi yemeğe davet etti. Alim geldi, oturdu sofraya. Ancak bir türlü eli yemeğe gitmiyordu. Ev sahibi merak etti. Niçin yemezsiniz? - Efendim, bu yemekler helaldir ve besmele ile pişmiştir. - Onda şüphe yok. - Öyleyse niçin yemezsiniz? - Benim, birkaç ciğerparelerim vardır ki, evde aç ve susuz beklerler. Onlar açken nasıl yiyebilirim? Adam derhal bir sofra daha hazırlayıp gönderdi evlerine. Alim o zaman yiyebildi gönül rahatlığıyla. Bunu anlatıp, döndü ev sahibine. - İşte kıyamet gününde de böyle olur. - Nasıl? - Hak teala, Habibini Cennete davet eder. Ancak ümmetin günahkârları mihnet ve zahmettedirler. Allahın Sevgilisi onları bu halde bırakıp da Cennete girmez, giremez. Açar ellerini yalvarır: - Ya Rabbî, ya beni ümmetimle beraber Cehenneme gönder, yahut onları da benimle Cennete sok. Cenabı Hak buyurur ki: - Ey Sevgili Habibim! Cehennem sana haramdır. Al ümmetini de, birlikte girin Cennetime.