Sultan özür diledi... "Merzuk ibni Hasen" ki, evliya-yı kiramdan, Şiddetle kaçınırdı her günah ve haramdan. Hangi bir alim ile, herhangi bir ilimde, Konuşsa, ihtisası görülürdü hepsinde. İstifade ederdi insanlar kendisinden, Çok alimler çıkmıştır, halka-i tedrisinden. Hükümdar, bu velinin "Büyük zat" olduğunu, Bilmeyip, imtihana yeltendi bir gün onu. Tereddüt ediyordu onun veliliğinde, Yemeğe davet etti bir gün onu evinde. Bir "Sığır"la, bir"At"ı kestirip ayrı ayrı, Yine, ayrı olarak pişirttirdi onları. Ve yine o etleri, hep ayrı tabaklara, Koydurup, o şekilde getirtti o sofraya. Yani bazı tabakta var iken "Sığır" eti. Bazı tabaklarda da, vardı yalnız "At" eti. Merzuk bin Hasen ile, yanında talebeler, Yemek vakti olunca, o haneye geldiler. Sultan, karşılayarak, buyur etti onları, Devlet erkanından da gelmişti bazıları. Firaset yolu ile bildi ki hemen bu zat, Sofradaki etlerin kimi "sığır", kimi "at". İçinde sığır eti bulunan tabakları, Kendi talebesine dağıttı ayrı ayrı. At eti konmuş olan tabakları da yine, O devlet erkanının dağıttı önlerine. Sultan ise geriden takib ederdi ki hep, "Bu durum karşısında ne yapacak o acep?" Yani şunda idi ki onun bütün dikkati, "Acaba aldanıp da yiyecek mi at eti?" Baktı ki, tabakları şaşırmadan, dikkatle, Evvela birbirinden ayırdı maharetle. Ve sığır etlerini alarak kendileri, Saray adamlarına verdi ötekileri. Bunu görüp, içinden düşündü ki o zaman; "Bu, keramet sahibi bir kimse evliyadan." Yine de sual etti: (Efendim, hepsi temiz, Ne için tabakları böyle ayırt ettiniz?) Buyurdu: (Tabaklarda iki tür et var, fakat, Bazılarında sığır, bazısında ise at. Sığır eti layıktır, biz gibi fakirlere, Diğer tabaktakiler, layıktır şu beylere.) Bu cevabı da alıp, şüphesi kalmadı hiç, Kapandı ellerine hürmet ile pür sevinç. Dedi: (Şükür olsun ki, Allahü tealaya, Bulunuyor ülkemde, böyle büyük evliya. İnandım ki, çok büyük velisiniz hakikat, Kusurumu affedip, edin bana nasihat!)

