Hasan Sezai hazretleri kibar ve sevimli bir zattır. Edirne halkı, ona "Efendi Baba" derler. Nasihati tesirlidir. Uzakta olan oğluna, şu mektubu yazıp gönderir: -Gözümün nuru evladım! Allahü teala seni, beğendiği yolda bulundursun. Sana nasihatim şudur ki, İslamiyeti iyice öğrenip, ona göre amel edesin. Namazları evvel vaktinde kılasın. Asla kazaya bırakmıyasın. Bilesin ki namaz, bu dinde sanki "Nefes almak" gibidir. Bir binada temel, çadırda direk neyse, bu dinde namaz odur işte. Ve şöyle bitirir mektubu: -Müslüman demek, namaz demektir. Merhametin böylesi O devirde bir kadın kötü yola düşer. Sonra pişman olup, evine çekilir. Günahlarına ağlar, sızlar. Ancak eski tanıdıkları rahat bırakmaz onu. Tekrar o kötü yola çekmek için baskı yaparlar. Kadın çaresizdir. Gider, sığınır Hasan Sezai dergahına. Odacığında ibadetle meşgul olur. Ama fitneciler boş durmaz. Bu defa Hasan Sezai hazretleri hakkında çirkin iftiralar uydurur, etrafa yayarlar. Daha da ileri gider, dergah kapısına bir geyik boynuzu asarlar. Mübarek önceleri sabreder. Ama iş çığırından çıkınca, incinir mübarek kalbi. Kırılır bunu yapanlara. Eh, Allah dostlarıyla uğraşan iflah olmaz elbet. Nitekim o incinir incinmez, bir uyuz illeti peydah olur Edirne'de. Ama enteresandır. Hastalık, sadece bu iftiracılara musallat olur. Bir de bunları dinleyip susturmayanlara. Gün boyu kaşınıp dururlar. Yine acır onlara Edirneli perişandır. Mübarek yine acır bu zavallılara. Bir gece, tebdil-i kıyafetle çıkar evden, girer bir kahvehaneye. Herkes uyuz illetinden dert yanmaktadır birbirine. Yanlarına sokulup fısıldar: -Bu illetin ilacı Hasan Sezai Efendi'de. Siz ona gidin! Ertesi gün dergahın önü ana-baba günüdür. Büyük veli, kapıya astıkları o geyik boynuzundan kazıyıp, birer parça toz verir bunu yapanlara. O toz şifa olur onlara. Ondan bir defa süren kurtulur bu dertten. Netice mi? Fitneciler insafa gelir. Toplanıp huzuruna giderler. Af dileyip, talebesi olmakla şereflenirler.