"Yemekte zulmet var" Hindistan''ın "Bedevan" şehrinde doğan bu zat, Yine bu memlekette, "Delhi"de etti vefat. Seyfettin Fâruki''nin bulunup sohbetinde, Bir Kâmil-i mükemmil oldu nihayetinde. Devamlı okuyarak Resulün hayatını, Ona göre yapardı her iş ve tâatını. Helaya "Sağ ayak"la girmişti bir gün sehven, Tasavvufi halleri bağlandı bu sebepten. Üç gün tövbe ederek, yalvarınca Rabbine, Önceki hallerine kavuştu aynen yine. "Dünya düşkünleri"yle görüşmezdi katiyyen, Her gün yiyeceğini seçerdi helâlinden. O kadar çok ibadet etmişti ki hayatta, Çok ayakta durmaktan, büküldü beli hatta. Buyurdu; (Otuz yıldır herhangi bir yemeği Geçirmedim kalbimden, pişittirip yemeği Ne zaman yiyeceğe gerek duysaydım bilfarz, Yanımda ne bulduysam, o şeyden yerdim biraz.) Bir günde "Bir defa" ve helâl yerdi muhakkak, Bir yemek şüpheliyse, dururdu ondan uzak Yemek ikram etmişti kendisine bir zengin,, Bir bahane söyleyip, yemedi ondan, lakin. O dedi ki; (Efendim, helaldi yemeğimiz, Çok üzüldüm, acaba, ne için yemediniz?) Yakın talebesine buyurdu ki o hemen; (Yemekte zulmet vardı, yemedim bu sebepten.) Onlar araştırdılar gizlice bunu derhal, Gördüler ki, yemeğin malzemesi hep helâl. Sonra anladılar ki, o kimsenin niyyeti, "Halis" değil, maalesef "Gösterişmiş" meğer ki. Dünyaya düşkün biri, bu zattan, emaneten, Bir kitap isteseydi, verirdi ona hemen Lâkin geri gelince, iki üç gün müddetle, Alıp da okumazdı umumiyetle. "Sohbet"in tesiriyle, kitaptaki o zulmet, Dağılınca, alır ve okurdu en nihayet. En büyük talebesi, "Mazhar-ı Can-ı Canan," Ondan bahsettiğinde ağlardı çoğu zaman. Derdi ki: (Seyyid Nur''a, siz yetişemediniz, Eğer ona yetişip bir defa görseydiniz. Derdiniz ki, "Ne kudret sahibidir ki Allah, Böyle bir mübarek zat yaratmış, sübhanallah." Herkesin baş gözüyle göremediklerini, O, kalb gözüyle görür, anlardı herbirini. Talebesinden biri, yabancı bir kadına, Bakıp da geldiğinde, hocasının yanına. Buyurdu: (Sende zina zulmeti görüyorum, Yabancı kadınlara bir daha bakma yavrum.)

