Can verme acısı!.. Büyük İslâm âlimi, gönül ehli bir kişi, Dînin emirlerine muvafıktı her işi. O bir gün buyurdu ki; (Kaçının kul hakkından, Mahşerde zor kalkılır, zîra bu hak altından. En iyisi, dünyada hemen helâllaşmaktır, Âhirete gidince, tekrar uğraşmamaktır. Âhirete kalırsa eğer alacağınız, Hakkınız ne kadarsa, o kadar alırsınız. Yok helâl ederseniz dünyada onu fakat, "Bin katı" alırsınız, âhirette mükâfat. Ters dahî dönebilir o hesap âhirette, Orada borçlu çıkıp, kalırsınız hayrette. Nice alacaklılar vardır ki zîra o gün, Borçlu hâle düşer de, helâk olur büsbütün.) Bir gün de sordular ki, bu büyük velî zâta, (Can vermenin acısı nasıl olur acaba?) Buyurdu; (Kardeşlerim, ölümün en hafifi, Öyle şiddetlidir ki, mümkün olmaz tarifi. Anlatılamayacak kadar zordur can vermek, Hepimiz bu acıyı tadacağız tek be tek. Ne zaman ki bir kişi, gelir ölüm haline, Sanki konur iki dağ, omuzu üzerine. İğnenin deliğinden, çıkacak rûhu sanır, Yerle gök birleşir de, o arasında kalır. Sanki onun içinde, bir "dikenli çalı" var, Onu tutup ağzından kuvvetle çekiyorlar. Takılmış etrafına yüzlerce dikenleri, Çektikçe parçalıyor, takıldığı yerleri. Can vermenin acısı, fazladır hatta şundan, İnsana yetmiş defa kılıç vurulmasından.) Bir gün de buyurdu ki; (Dînimiz üç esastır, Önce ilim ve amel, üçüncüsü ihlâstır. Bir amelin, indallah kabul olması için, İhlâsla yapılması lâzım gelir o işin. İhlâssız işler için, verilmez bir şey sana, Eski paçavra" gibi, çarpılır suratına. Bir işin, hâlisiyle bozuğu da zâhiren, Çok benzer olsa bile, ayrıdır birbirinden. "Hakiki çiçek" ile, bir yapma, "suni çiçek", Ne kadar benzese de, ayrıdır, bu bir gerçek. Mûsâ aleyhisselâm giderken Tur Dağı''na, Yarı yolda bir âbid çıkıverdi yoluna. Ve hazreti Mûsâ''dan etti ki şöyle talep, "Allah''a sual et ki, râzı mı benden acep?" Mûsâ Nebî, (Sorayım) buyurup ona yine, Bunu Tûr-i Sîna''da, sual etti Rabbine. Hak teâlâ buyurdu; (Râzı değilim aslâ, Zîra ibadetini yapmıyor o ihlâsla.)

