Bol rızık ve uzun ömür isteyenler!..

A -
A +

Dinimizde, salih akrabaları, arkadaşları, din kardeşlerini, komşuları ziyaretin önemi büyüktür... Allahü teâlâ, Müslüman olan ve salih olan akrabayı ziyareti emretmektedir. Hiç olmazsa haftada veya ayda bir ziyaret etmeli, kırk günü geçirmemelidir. Uzak memlekette ise, mektupla, telefonla gönlünü almalıdır. Akrabası gelmese, cevap vermese de, giderek veya hediye, selam göndererek, yahut mektup ile yoklamaktan vazgeçmemelidir... Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ey insanoğlu, malın ile akraba ve yakınlarını ziyaret et! Eğer malında cimrilik yaparak onlara bir şey götürmezsen, yahut onlara verecek kadar bir şeyin olmazsa, o takdirde hiç değilse ayaklarınla yürüyerek onlara ziyarette bulun." Peygamber efendimiz de buyurdu ki: (Sıla-i rahm [yakınlarını ziyâret] hediye ile olur. Eğer bir kimse mal ile yardım etmeye kadir değilse ziyâretine gitsin. Eğer ziyâretine gitmeye kadir olamazsa bir işini görmek suretiyle yardım etsin. Yâhut herhangi bir şekilde hatır sormakla yardım etsin. Eğer çok uzakta bulunursa mektup yazıp göndermekle yardım etsin.) "KULAKLARINI SAĞIR EDER" Hasan-ı Basrî hazretleri buyurdu ki: "İnsanlar, ilmi öğrenip fakat amel etmedikleri; birbirlerini sadece lafta sevip, fakat içlerinden düşmanlık besledikleri ve sıla-i rahmi terk ettikleri zaman, Allahın laneti onların üzerine olur. Allah, onların kulaklarını sağır, gözlerini kör eder..." Akrabâ, dost ziyâretleri, insanın ömrünün uzamasına sebep olur. Nice insanların, üç günlük ömürleri akrabâ ziyâreti sebebiyle 30 yıl uzamıştır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Rızkının bol, ömrünün uzun olmasını isteyen, sıla-i rahm etsin!) İki kişi, Davud aleyhisselama birbirini şikâyet etti. Hazret-i Azrail gelip; -Bu iki kişiden birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; ama ölmedi, dedi. Hazret-i Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki: -İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, bunun ömrünü 20 yıl uzattı... Horasanlı... Bir zamanlar, Mekke'de Horasanlı bir kimse vardı. Oraya gelen yabancılar, eşya ve emânetlerini ona bırakırlardı... Bir defasında yine bir yolcu, kendisine onbin akçe emânet etmişti. Adam, bir müddet sonra emânetini almak üzere tekrar Mekke'ye geldiğinde, emânetçinin ölmüş olduğunu öğrendi. Meseleyi âile efrâdına anlattı. Fakat onlar, böyle bir emânetten haberlerinin olmadığını söylediler. O da Mekke'deki ulemâya durumu anlattı. Ne yapması gerektiği husûsunda fikirlerini sordu. Ulemâ ittifakla; -Biz Horasanlıyı gâyet dürüst bir insan olarak biliriz. Hakkındaki kanâatimiz odur ki, o Cennetliktir. Sen, gecenin üçte biri, yâhut yarısı geçince, Zemzem kuyusunun başını git ve orada, "Ey filân oğlu filân! Ben emânetin sahibiyim!" diye seslen. Ümit ederiz sana bir cevap verilecektir, dediler. Adam, üst üste üç gün böyle yaptı. Fakat ses sedâ çıkmadı. Âlimler bu duruma şaşırdılar. -Bu durumda biz, Horasanlının Cehennemlik olmasından korkuyoruz. Merhût denilen bir vâdi vardır. Bu vâdîde bir kuyu bulunmaktadır. Gecenin üçte biri veya yarısı geçince onun başında, "Ey filân oğlu filân! Ben emânetin sahibiyim! diye nidâ et" dediler. Adam, söylenilen saatte oraya gitti ve o şekilde seslendi. Emânetçinin sesini tanıyan ve dehşete kapılan adam, ona sordu: - Buraya atılmana sebep nedir? - Benim Horasan'da akrabâlarım, dostlarım vardı. Mekke'ye geldikten sonra hiç sıla-i rahm yapmadım. Onları arayıp sormadım, ziyâretlerine gitmedim. Nihâyet ömrüm sona erdi. İşte Allahü teala beni bunun için cezâlandırdı... Senin emânete gelince, o olduğu gibi duruyor. Ben onu, evin filân yerine saklamıştım. Çocuklarıma söyle, emânetini bıraktığın gibi al!..