Âlim ve âbid ama... Bel'âm bin Bâûra

A -
A +

Mûsâ, Harûn ve Yûşâ (aleyhisselatü vesselam) devirleri ibretlerle doludur. Dikkat ederseniz inkâr cephesinin merkezinde tanrılık iddiasında bulunan bir tağut (firavun) oturur. Sahte ilahlar bile zaman zaman muhasebe yaparlar ama saraydan ziftlenen "Haman kılıklılar" onları onlara bırakmazlar. Kâh putlarını yapar, kâh secdeye kapanırlar. İcabında tehdit eder, gerekirse alaya alırlar. Abartır, alkışlar küfründe sabit tutmaya çalışırlar. Sistemden nemalanan para sahipleri de en az onlar kadar Peygamberleri üzer ve yorarlar ki buna misal olarak da Kârun'u hatırlamakta yarar var. Bunları anlatmıştık, şimdi gelelim ilmini pazara çıkaran din adamlarına... Dönekler arasında Mûsâ aleyhisselam Mısır'dan çıktıktan sonra bir süre Tih Sahrasında yaşar. Cenâb-ı Hakkın emriyle Şam ve Filistin'i (Arz-ı Mev'ûd) fethetmek için hazırlık yapar. Malumat toplasınlar diye her kabileden bir temsilciyi Eriha şehrine yollar. Bunlar belde ahalisinin (Amâlikalıların) iri yarı ve kan dökücü olduklarından söz açar, dinleyenlerin gözünü korkuturlar. İsrailoğulları dehşete kapılır, "ne vardı, keşke Mısır'da öleydik" diye feryad-ı figâna başlarlar. Ancak temsilciler arasında bulunan Yûşâ bin Nun ve Kâlib bin Yuknâ, Allahü teâlânın vaat ettiği zaferden zerre kadar endişe duymaz, "bakmayın onların bedenlerine, yürekleri yok" deyip cesaret vermeye çalışırlar. İsrailoğulları iki mücahidin üstüne sopalarla yürür, öldürmeye kalkarlar. Utanmadan Mûsâ Aleyhisselama çıkar "o cebbarların bulunduğu beldeye girecek değiliz, artık sen ve Rabbin gidip çarpışırsınız. Biz yerimizden kıpırdamayacağız" deyip başkaldırırlar. Mûsâ aleyhisselam, "Ya Rabbi! Bu fâsık kavimle aramızı ayır" demek zorunda kalır. Nitekim İsrailoğulları 40 yıl boyunca Tih Sahrasında başıboş dolanırlar. Ne zaman ki itiraz edenlerin tamamı ölür, tekrar harbe hazırlanırlar. Belka önlerinde Mûsâ aleyhisselamın vefatından sonra peygamberlikle vazifelendirilen Hazret-i Yûşâ, Eriha şehrini kuşatıp alır, İlya şehrini de topraklarına katar. Panikleyen melikler güçlerini birleştirseler de mağlup olurlar. Ve sıra gelir Belka'ya... Şehrin etrafı surlarla çevrili olmasına rağmen hükümdar Belâk'ı korku sarar. Meleklerden yardım alan Yûşâ aleyhisselama silahla karşı çıkılamayacağını bilir, başka çareler arar. Gider şehrin abidlerinden Bel'âm bin Bâûra'nın kapısını çalar. Ki Bel'âm İsm-i azamı bilen, hiçbir duası ret olunmayan ilim ve hal ehli bir zattır. İbrahim aleyhisselamın dinine inanır, sohbetlerinde iki bin kâtip hazır bulunur, ağzından çıkanı anında yazar, tek kelimesini kaçırmamaya bakarlar. Vaazlarını sahrada verir, her yüz adıma bir mübelliğ koyarlar ki, duyduklarını aktaralar... Bel'âm gibi bir âlimin, Allahü teâlânın peygamberine beddua etmesi mümkün müdür? Ama devletlüleri defetmek kolay olmaz, "bana mühlet tanıyın" deyip onları oyalar. Mal mülk sahipleri, esnaflar, sanatkârlar da kapısını aşındırırlar. Bel'âm'ın tavrı netleşir, "bir peygambere nasıl karşı çıkabiliyorsunuz? Beni dinlerseniz gidin Hazret-i Yûşâ'nın hizmetine girin" ikazını yapar. Kapıdan kovsan Ancak Belkalılar nasihatı duymazdan gelir, dediklerini yaptırabilmek için her çareye başvururlar. Önce hükümdar sertleşir, darağacını hazırlar. Bel'âm ölüme aldırmaz, lâkin karısı terketmeye kalkar ve canını çok sıkar. Nitekim "Rabbime arz edeyim" deyip istihâre yapar. Ona "asla dua etmemesi" emredilir ve ertesi sabah kararını açıklar. Duymazlar bile, ağlar sızlar, hediyeler bırakırlar. Neler vaat etmezler ki... Sürü sürü koyunlar, cins cins atlar, bahçeler, bağlar... Kapıya inci mercan yığar, önüne nefis yemekler koyarlar. Hediyeler Bel'âm'ın hoşuna gitmeye başlar, "Rabbime tekrar arz edeyim" der bir daha rüyaya yatar. Bu kez net bir işaret alamaz. Şer cephesi "Rabbin dua etmeni istemeseydi, seni nehyederdi" der etrafını kuşatırlar. Kimi yalvarır, kimi alkışlar, ufak ufak avuçlarına alırlar. Nihayet Bel'âm, dua için Husban Dağına doğru yola çıkar. Ancak merkebi hiç yoktan yere yatar. Kaldırır, bir daha... İter kakar olmaz. Nihayet hayvan dile gelir ve "Ey Bel'âm sana yazıklar olsun" der, "görmüyor musun melekler önüme çıkıyorlar. Sen ne yaptığını sanıyorsun, bilmiyor musun ki Allahın peygamberi ve ona inananlar da dua ediyorlar." Mel'ûn şeytan Bel'âm bu ikaz üzerine duadan cayar. Ancak Mel'ûn şeytan insan suretine girip karşısına çıkar. "Ya Bel'âm niye dönüyorsun" diye sorar. - Merkebin dediklerini duysan... - İyi ama merkepler konuşmazlar ki, bu olsa olsa şeytanın işidir. Seni duadan çevirmeye çalışmış olmalı. Sen insanların iyiliği için yola çıkmadın mı? Bu duayla ahalinin meyli artmayacak mı? Artık onlara daha çok vaaz etme fırsatın olmayacak mı? Bakarsın Rabbin seni kavmine peygamber kılar. Hem karın da ayrılmaz, verecekleri mal, para caba... Bel'âm bu vesveseye kanıp zirveye çıkar. Duaya oturur, ellerini açar. Ancak ağzından Yûşâ aleyhisselam lehine kelimeler dökülür ve buna mani olamaz. Nitekim dili ağzından çıkıp göğsüne sarkar. Önceleri "eyvah dünyam da gitti ahiretim de" diye dövünse de ilmini şer yolunda kullanmaya kalkar. "Karılarınızı kızlarınızı süsleyip İsrailoğullarının arasına yollayın" der, "biri bile zina etse helâk olurlar." Dediği gibi yaparlar, ne zaman ki Zemri adlı bir savaşçı hükümdarın kızını kapıp çadırına atar, ordu içinde görülmemiş bir taun başlar. Sadece o gün 70 bin asker kırılır, muhasara aksar. Nitekim Fihnas adlı cengaver zaniyi de zaniyeyi de mızraklar da afet durur. Belka fetholunur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.