Mekke'de bir maznun Osman bin Maz'ûn

A -
A +

Osman bin Maz'ûn temiz, tertipli bir insan iyisidir, kimse hakkında kötülük düşünemez. "Aklımı giderecek, üstüme güldürecek bir şeyi niye içeyim" der ağzına şarabın damlasını dahi koymaz. Bilirsiniz Resulullah Efendimiz insanları hoş tutar, hallerini hatırlarını sorarlar. Nitekim bir gün onunla da karşılaşır, samimiyetle tebessüm buyururlar. Osman bin Ma'zûn oturmaları için yanında yer açar ancak henüz sohbete başlamışlardır ki Efendimize vahiy gelir, sanki bu alemden koparlar. O hal geçtikten sonra Osman bin Ma'zûn sorar: "Neler oldu Ya Muhammed!" / - Cebrâil Aleyhisselâm geldi, Allahü teâlânın elçisi... / - Allahü teâlânın elçisi mi? / - Evet. / - Peki sana ne söyledi? / - "Muhakkak ki Allahü teâlâ, adâleti, ihsânı ve akrabaya vermeyi emrediyor. Zinâdan, fenâlıklardan ve insanlara zulüm yapmaktan nehyediyor. Benimseyip tutasınız diye size öğüt veriyor" Nasibi olana bu kadar da yeter, kalbinde îmân nuru yeşeriverir, aşk ile Kelimeyi şehadet söyler. Asılsız haber Mübareğin ilk işi çoluk çocuğunu İslam'a çağırmak olur. Hanımı Havle binti Hakim, oğulları Aburrahman ve Saib bu güzel daveti geri çevirmezler. Ailecek Müslüman olunca müşriklerin dikkatini daha fazla çekerler. Omuz vurmalar, laf atmalar derken baskı artar, alaylar, hakaretler birbirini izler. İş gasp ve darba varınca hazırlanan kafileye katılır Habeşistan'a hicret ederler. Doğrusu Necaşi'nin ülkesinde rahattırlar ancak Efendimizin hatırladıkça burunlarının kemiği sızlar. Bir ara "Kureyşliler Müslüman olmuşlar" diye bir şayia yayılır. Çok heyecanlanır, üçüne beşine bakmadan mallarını satar, yola çıkarlar. Ancak Mekke'ye yaklaşınca, haberin doğru olmadığını anlarlar. Şehirde onları bekleyen tehlikeler mâlumdur ama eşiğine kadar gelmişken geri dönecek değillerdir ya. Osman bin Maz'ûn ve çocukları sırtlan gibi kanlı kanlı bakan saldırganların önünden geçer, evlerinin kapısına varırlar. Müşrikler birden ayaklanır karşılarına çıkarlar. Ancak akrabalarından Velid bin Mugîre "bi dakka" der, "Osman benim himayemdedir, onlara dokunan beni kırar." Mekke'de böyle bir riski kimse göze alamaz, "iyi öyleyse" der dağılırlar. Gelgelelim diğer müminler çok sıkıntı çeker adım başı hakarete uğrarlar. Osman bin Maz'ûn emin ve emniyettedir ancak kardeşleri sıkıntı içinde kıvranırken ayağını uzatıp yatamaz. Velid bin Mugîre'ye gider "Ey amcamın oğlu!" der, "bizi koruyup kollamana gerek yok, zira müminlere Cenab-ı Hakk'ın muhafazası yeter." - Ne yani himâyemden çıkmak mı istiyorsun? / -Evet / -Bunun neye malolacağını biliyorsun değil mi? / -Elbette / -Öyleyse halkın önüne çık, kendin söyle! Osman bin Maz'ûn Kâbe-i muazzama'nın yanına gelir, kalabalığa döner "Ben Allahü teâlâdan başkasına sığınmak istemiyorum" der, "Velid'in himâyesini reddettim, böyle biline!" Bir ara câhiliyye şairi Lebîd yeni şiirlerini Mekkelilere sunar, Osman bin Maz'ûn da dinleyenlerin arasındadır. Ünlü edip bir kasidesinde "Şüphesiz Allah'tan başka herşey bâtıldır" mısraını okuyunca aşka gelir "doğru söyledin" diye haykırır. Ancak "her ni'met yok olmaya mahkûmdur" beytini okuyunca "ama şimdi yanıldın" der "Cennet ni'metleri zevâl bulmaz." Lebîd bu ikâza bozulur, sitemkâr bir ifadeyle "eskiden meclisinizde böyle kimseler bulunmazdı" der, "ne oldu size?" Bu söz müşrikleri kışkırtmaya yeter, Ümeyye'nin oğlu, Osman bin Maz'ûn'un gözüne öyle bir yumruk atar ki hem morarır hem şişer. Velid "sana himayemden çıkma demedim mi" gibilerinden bakınca maznun sahabe "Vallahi, diğer gözüme de vursalar gam yemem. Allahü teâlânın rızasına kavuşmak kolay mı" der. Bu samîmîyet, Velid'e te'sîr eder, "gel amcaoğlu, himayemi reddetme" diye yalvarsa da kabul etmez, baskılar artınca çulunu çaputunu toplar Medine'ye hicret eder Ruhbanlık yok Osman Bin Maz'ûn, Medine'de kendisi gibi abid sahabelerle tanışır, kaynaşırlar. Gündüzleri oruçla geçirir gece sabahlara kadar zikre otururlar. Bekarları evlenmez, evliler bekar gibi yaşarlar. Fahr-i âlem bunu duyunca Osman bin Maz'ûn'a sorar: İçinizde Allahü teâlânın emirlerine en çok uyan kim? - Elbette sizsiniz ya Resûlallah. - Bakın, ben de geceleri namaz kılıyorum ama uyuyorum da. Gündüzleri oruç tuttuğum da oluyor, tutmadığım da. Ailemi ihmal etmiyorum, hem dünyama hem de ahiretime çalışıyorum. -Anlıyorum ya Resulallah. -Üzerinde gözlerinin hakkı var, bedeninin hakkı var, ailenin hakkı var. Namaz kıl fakat aynı zamanda yat uyu, oruç tut ama bazen de tutma. Ey Osman! Allahü teâlâ beni ruhbanlıkla değil, tatbiki kolay bir din ile gönderdi. Medîne'de ilk vefât eden muhâcir Osman bin Maz'ûn olur. Kefenlenirken Serveri Kâinat alnına bir buse kondurur ve "Dünyadan bir şey elde etmedin, dünya da senden etmedi" buyururlar. Mübârek gözlerinden akan yaşlar şanslı sahabenin yanaklarına damlar. Bunu gören bir hanım "Osman kuş gibi uçtu, cennete gitti" diye fısıldar. Efendimiz sorarlar: "Allahü teâlânın ona ikrâm ettiğini nereden biliyorsun?" - Sadece hüsn-i zannım var Ya Habiballah. - Vallahi Osman için ben de hayır ümit ediyorum. Ancak Allahın resulü olduğum hâlde, başıma gelecekleri bilemiyorum. Osman bin Maz'ûn kabre indirilirken, Efendimiz "O, bizim ne iyi selefimizdir" der, başına bir taş diktirirler. O günden sonra Resûlullaha, "meyyitimiz var, nereye defnedelim" diye soranlara "Selefimiz Osman bin Maz'ûn'un yanına" buyururlar. Gün gelir o mevki mezarlık olur. Müslümanlar zikredilen kabristanı "Cennet-ül Baki" adıyla anarlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.