Her ne kadar Vatikan, Hıristiyanlara eşit uzaklıkta durmak zorunda ise de Alman-Fransız savaşlarında Papa göstere göstere Fransızlar'ı tutar. Almanlar da Vatikan'a kadar dayanıp bunun hesabını sorarlar. Luther, artık siyasal gelişmelere de bigane kalamaz, üstüne vazife olmayan konularda bile yorum yapar. "Bir Hıristiyanın Özgürlüğü" adlı kitabıyla Alman çiftçilerini baskıcı kiliseye ve angaryacı şövalyelere karşı ayaklandırır. İsyancılar şirazeden çıkar, şatoları yağmalar, soyluları lime lime doğrarlar. Luther hadiselerin bu noktaya gelebileceğini hesaplayamamıştır ama artık çiftçileri o bile durduramaz. Derken hadise yön değiştirir şövalyeler güçlerini birleştirip, rençperleri kırmaya başlarlar. İki taraf da büyük kayıp verir ve iki taraf da Luther'i "hainlikle" suçlar. Laf dalaşından meydan savaşına Türkler Viyana'yı kuşatınca Almanlar, Fransa ve Papa ile anlaşırlar. Luther tekrar hedef olmaya başlar. Bu arada Leibzig Manastırı'ndan kaçmasına yardım ettiği bir rahibe (Katarina von Bora) ile evlenir ve ikâmetine sunulan manastırda tezlerini savunmaya bakar. Parasız kalınca manastırın bira yapma hakkını kullanır ve ürettiği domuzları kasaplara satar. Ancak Katarina'nın çenesi tez düşer, kocasını bir şey sananlara çok şaşar. Hastalıklar, huzursuzluklar derken Luther bunalır, dostlarına "işte evlilik budur" diyerek dert yanar. Karısına söz anlatamayınca çocuklara görünür, minikler babalarından çok korkarlar. Yüzüne ürke korka bakar, masaların altına saklanırlar. Ancak Kızı Magdelena'nın ölümü onu çok değiştirir ve çok derinden yaralar. Zaten o günden sonra da fazla yaşamaz (1546). Katolikler, Luther'in annesine "İblisle ilişkiye girip, bir lanetli doğurdu" diye yakışıksız ifadelerle saldırsalar da dönüp kendilerine bakmazlar. Bir kere Luther onlar kadar içmez ve papanın bile zührevi hastalıklara yakalandığı bir devirde "keşişçe" yaşar. İddialardaki gibi "tanrılık iddiasında" bulunmaz ama kulların haddi olmayan bir şey yapar, ortaya "bir inanç sistemi" koyar. Bazı teşhisleri yerinde ise de "asıl mesele" üzerinde "teslis, günahkar doğmak, ikonalara tapınmak" konusunda ağzını açmaz. O günden sonra Avrupa Katolik-Protestan harpleriyle çalkalanır, hesapsız kan akar. Aslında Martin Luther Papalığı ve manastırları büsbütün ortadan kaldırmayı arzular. Ona göre Papanın iyisi kötüsü olmaz, alayı zararlıdırlar. Martin Luther "Yahudilerle karşılaştığın zaman inaçla haç çıkarmalısın. Açık açık ve korkusuzca 'bu gerçek bir şeytandır' demelisin. Yahudiden daha öldürücü bir zehir ve daha korkunç bir düşman olamaz. Onlar suları zehirlediler ve çocukları kaçırıp işkence yaptılar. Yalanları, küfürleri ve lanetleri hakkında her şeyi bildiğimize göre bu reddedilmiş, kahrolası ırka karşı ne yapacağız? Belki aralarından birkaç tanesini ateş ve alevlerden kurtarabiliriz ama onlara tahammül edemeyiz. Size dürüst fikrimi söyleyeyim. Bütün sinagogları yakmalı, kutsal kitaplarını yok etmeli, Yahudilere yolları ve pazar yerlerini yasaklamalı, evlerini yıkmalı, tefeciliklerine son verip mülklerine el koymalı, onları ağır işler yapmaya zorlamalı ve Hıristiyan şehirlerinden kovmalıyız" der ve Hitlerlere zemin hazırlar. Zaten tarihçiler Luther'i en az Naziler kadar suçlu bulurlar. Luther gençlik yıllarında "Türklerin din adamları vakarlı, cesur ve titiz bir hayat sürerler. Onlar, bizim papazlarımızın yanında melek gibidirler. Camilerde sık sık bir araya gelir, özenle ibadet ederler. Bizim kiliselerimizin hiçbirinde böyle bir terbiye ve böyle bir sükûn bulunmaz. Türkler azizlerini anar, mukaddes mekânlara ziyarette bulunurlar. Onlara bakarsan sert, cesur ve şerefli olduklarını görürsün. Şarap içmez, aşırı yemez, süslü giyinmez, şaşaalı bina yapmaz, çalım satmaz, yemin edip lanet okumazlar. Amirlerine itaat eder ve sağlam savaşırlar. Yâ Rabbî! Büyük Türkler'i bir an önce başımıza getir de, senin ilâhî adâletinden onlar sayesinde nasîblenelim! Gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idâresinde yaşamaktansa, Osmanlılar'ın idâresini tercih ederim" derken, 1529 yılındaki "Türkler'e karşı savaş hakkında" adlı yazısında. "Hıristiyanlar Türkler'e karşı savaşmaya çağrıldığında, sadık ve itaatkar kullar olarak davranmalı, yumruklarını havaya kaldırmalı, gönül rahatlığıyla vurmalı, istedikleri kadar öldürmeli ve yağmalamalıdırlar. Papa nasıl Deccal'in ta kendisi ise, Türkler de şeytandırlar" diye yazar. Reformcunun ilacı olsa Rönesansla birlikte Katolik Kilisesinden kopmalar başlar, reformcular güç kazanırlar. Peki reform yapınca ileri mi giderler. Nerdee? Fransız İhtilali ve sanayi devrimi ile materyalizm hortlar. İnsanlar sadeca dünyalık peşinde koşar, egoları için yaşarlar. Zayıflar ezilir, güçlülerin arzuları doruğa çıkar. Birileri sırt üstü yatar, birileri günde 18 saat çalışırlar. Afrika'dan toplanan zenciler metro, baraj inşaatlarına sürülür, çağdaş köleler horlanır, kırbaçlanır, insan yerine konmazlar. Bunlara tepki olarak doğan Marksizm, zulmü devletin eline verir ve tam 70 yıl devrim adına işkence yapar. Kalabalıklar bir çukurdan çıkar, öbürüne yuvarlanırlar, buhranlar büyür, sıkıntılar artar. Gayri Safi Milli Hasılanın her şeyi çözmediğini anlarlar ama nedeeen sonra... Talim Terbiye Kurulu döne döne "Avrupalıların reform yaptıkları için ilerlediğini" anlatıp, "zihnimize fikrimize" ipotek koysa da Batılılar yana yakıla huzur ararlar. Özenti aydınlar, baskıcı bürokratlar İslam'a karşı aşikare savaş açamadıkları için Kur'an-ı kerimi kafalarına göre yorumlar, namazla, ezanla oynamaya, camilere masa sandalye, org piyano koymaya kalkarlar. Gelgelelim yerli Luther'lerin baskıları ters teper, Anadolu insanı dinine imanına daha fazla sahip çıkar...