Derviş gönüllü sultan Ömer bin Abdülaziz

A -
A +
Derviş gönüllü sultan Ömer bin Abdülaziz

Ömer bin Abdülaziz, Suriye'de Halep-Hama arasındaki Maarat-ül Numan şehrine (Deyr es-Sim'an köyüne) defnedilir. Halîfeler beştir; Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali... Ve Ömer bin Abdülazîz hazretleri (Süfyân-ı Sevrî, İmâm-ı Şâfiî) Dili dönen, zâhidim deyip duruyor. Zâhid, Ömer bin Abdülazîz gibi olur. O, dünya ayağına gelmişken ilgilenmedi." (Mâlik bin Dinâr) Emevi Halîfesi Abdülmelik vefat etmiştir. Daha merhumun toprağı kurumadan vezîr Recâ emirleri toplar. Mühürlü ahidnâmeyi sıkı sıkı tutar, tek tek yüzlerine bakar. Halifenin iki oğlu vardır, yerini hangisine bırakmıştır acaba? Hazirun dikkat kesilir, hani sinek uçsa uğultu yapar. Güngörmüş vezir havaya hakimdir, zarfı ağır ağır açar, üstüne basa basa okumaya başlar. Önce besmele, hamdele ve salavat... Müteveffa sultan arzusunu net bir şekilde açıklar: "Yeğenim Ömer bin Abdülazîz'in halife olmasına..." Ömer de oradadır, bu emre çok şaşar. "Yapamam, edemem" dese de onu dinlemez, tek tek gelip bîatta bulunurlar. Salon bir anda yaver, seyis dolar, onu hilâfet kasrına götürecek alay atları hazırlanır, muhafızlar sert komutlarla hiza alırlar. Mübarek, bu seremoniden ziyadesiyle sıkılır, atları ahıra, askerleri kışlasına yollar. Gider eskisi gibi çadırında yatar. O gece uzun uzun düşünür. Ertesi sabah ilk işi kölelerini azad etmek olur (bazıları efendisinden ayrılmaz). Servetini son kuruşuna kadar dağıtır, sırtında bir elbisesi kalır ancak. Sonra hanımıyla konuşma ihtiyacı duyar, "Bak Fâtıma" der, "Allah razı olsun senden hoşnudum. Güzel günlerimiz geçti ama bundan böyle yükümüz ağır olacak. Bana katlanmak zorunda değilsin, dilersen ayrılabilirsin pekala..." O sadık bir kadındır "ölünceye kadar seninleyim" der "ve şunu bil ki asla takılmayacağım ayağına!" - Peki ziynetlerini beytülmâle bağışla desem! - Ne zaman itiraz ettim sana? Fatıma, Hazreti Fâtıma gibi mânevî süslere taliptir, mücevherlerini derler toplar, önüne koyar. HAREMEYNE HADEME Şimdi biraz gerilere gidelim. Hani İnsan iyisi derler ya Ömer bin Abdülaziz de onlardan biridir, adeta başkaları için yaşar. Nasıl temiz nasıl nurlu bir sima... Bak bak, ferahla! Hicri 60 doğumludur, Medine'de sayıları hayli azalan sahabelerden, Enes bin Mâlik, Abdullah bin Câfer Tayyar, Saîd bin Müseyyib'den (Radıyallahu anhüm) ders alır, ilim ve edeple donanır. Kaldı ki devlet idaresine de aşinadır. Babasının (Mısır Valisi Abdülazîz bin Mervân) yanında hayli tecrübe kazanır. Amcası (Halife Abdülmelik) onun hayranlarından biridir. Bir baba (hele hele bir halife) için "kızımı alır mısın" demek kolay değildir ama bunu yapar. Yetmez kızını gurbete yollamayı da göze alır, damadını sevdiği şehirden (Medine'den) koparmaz. İlerleyen yıllarda onu Haremeyn'e (Mekke ve Medîne'ye) vâli yapar. Ömer bin Abdülaziz Haremeyn Valiliğini deruhte ettiği yıllarda rüştünü ispatlar. Huzur ve emniyeti sağlar, hacıları fevkalade ağırlar. Su yolları, hanlar hamamlar... Mescid-i Nebi'ye yeni bir çehre kazandırır. Hücre-i Seâdeti yontma taşlarla sil baştan yaptırır, etrafını kapısı olmayan ikinci bir duvarla sarar. Nurlu mescide yeni bir mihrâb ve dört minâre daha katar, nakkaşlar maharetlerini konuştururlar... Lakin bu iş valiliğe benzemez, uzak ülkeler ve değişik kavimler vardır emri altında... Ömer bin Abdülaziz halife olunca önce talepleri dinler, sonra hızla icraata başlar. İlk işi maliyeyi ıslah etmek olur, arazileri ölçtürür, biçtirir, tescillerini yapar. Herkesle hesaplaşır devletten alacağı olan tek kişi kalmaz. Nüfusu saydırır, orduyu düzene koyar. Tebaaya anası, babası, çocukları gibi muamele eder, dedesi (Hazret-i Ömer) gibi olmaya bakar. Ehl-i Beyt'e fevkalade hürmet eder. Onları tek tek arar, sorar. Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) vakıf ettiği Fedek Bahçesini oniki imamdan Muhammed Bâkır'ın emrine sunar. KITALAR ÖTESİNE... Bu arada mücahidler kıtaları aşmış, Berberîler topyekun Müslüman olmuşturlar. Düşünebiliyor musunuz taaa Narbonne'da (Fransa'da) üs kurar, Mayorka, Sicilya, Balaer adalarını ezan sesiyle tanıştırırlar. O günlerde Pireneler'den ötesi bataklıktır. İslam komutanları Avrupa'yı fethe değer bulmaz. Halbuki bir Malatya için yüz bin Rum esiri iade eder, pişman da olmazlar. Bir ara ıssız yerlerde koyun otlatan bir çoban Mâlik bin Dinâr hazretlerine sorar. "Halife değişmiş olmalı, kimdir bu temiz ve adil insan?" -Sen onun temiz ve adil olduğunu nereden biliyorsun? -Baştakiler adaletle hükmedince hayvanlar bile hakkına razı olur. Kurtlar bütün sürüyü kırmaz, yemeyecekleri kuzuyu boğmaz. Hasılı millet huzur içindedir, bir bolluk bir bereket, ambarlar dolar dolar taşar. ASRIN MÜCEDDİDİ Biliyorsunuz Hazret-i Ebu Bekir Kur'an-ı kerimi ezbere bilen sahabeleri bir araya getirmiş ve Mushaf-ı şerifi yazdırmıştır. Hazret-i Osman nüshaları çoğaltır, uzak ülkelere yollar. Ömer ibni Abdülaziz ise henüz ravileri hayattayken hadisi şerifleri toplamaya çabalar. Bu iş için vazifelendirdiği alimlerin başında Zühri hazretleri gelir ki Mekke ve Medine'de çalmadık kapı bırakmaz. Dahası hacca gelen ulemayı takip eder, aktarılan hadisi şerifleri itina ile yazarlar. Ömer bin Abdülaziz Bizans ile takışmaz, hatta kalbi İslam'a ısınsın diye tekfura hediyeler yollar. İmparator da mukabelede bulunur, ki görülmemiş şeylerdir bunlar. Özellikle hanımı Fatıma için gönderdiği gerdanlık göz kamaştırır. Kadıncağız sadece denemek için boynuna yaklaştırmıştır ki mani olur. "Hayır" der "yapma!" - Ama bana yollanmış. Bizzat adıma. - Sen halife hanımı olmasaydın, yollar mıydı acaba? AH BİR DİRHEMİ OLSA... Halife beytülmaldan maaş almaz, bir katırı vardır, pazarlarda çalıştırır, ihtiyaçlarını karşılar. Katırcı bir gün her zamankinden fazla para getirir "bu gün iş bereketliydi" der, "hiç durmadık akşama kadar". Mübarek "olmadı ama" der, "öyle bile olsa hayvanı yorma. Şimdi üç gün istirahat ver ona!" Bir gün evlerinin önünden üzümcü geçer ama ne ondan, ne de hanımından bir dirhem para çıkmaz. Satıcı uzaklaşır gider, ardından baka kalırlar. Güya halife olacaktır, bebeleri için üç beş salkım üzüm alamaz. Ömer bin Abdülazîz aslında boylu poslu, geniş omuzludur. Halîfe olduktan sonra süzülüverir, iki yıl içinde kaburgaları çıkar. Tek gömleği vardır, akşamdan yıkar, sabah sırtına atar... Vâlileri tayin ederken "ellerinizi Müslümanların kanından, midenizi malından, dilinizi ırzından uzak tutun" buyurur, adeta kılı kırk yarar. Bir ara oğlunun bin dirheme yüzük taşı aldığını duyar. Ona iki dirhemlik bir yüzük yollar, ki üzerinde "Allahü teâlâ haddini bilene merhamet eylesin" yazmaktadır. Oğlu mesajı alır, gereğini yapar. Yüzüğü satar, fukaraya sofra açar. KATİLİYLE YAN YANA Ömer bin Abdülaziz hazretleri "Ahiretini dünyâ için satan ahmaktır" buyurur "âhiretini başkasının dünyâsı için satan ise ahmak kere ahmak!" Hasılı ne yer, ne yedirir, gayrı meşru iş kovalayanlara nefes aldırmaz. Onlar da hizmetçisini ayartır, yemeğine zehir kattırırlar. (Hicri 101) Ömer bin Abdülazîz bir lokma almıştır ki vaziyeti anlar. Derhal kölesini çağırıp sorar: "Sana bir fenâlığım dokunmadı, bu ihâneti neden yaptın bana?" - Yâ Emir-el-müminîn! Bin altın verdiler. - Nerede o altınlar? - Evimde sakladım. - Getir o altınları, beyt-ül mala bırak. Altınlar hazineye girer, köleyi bağışlar. Gücü kuvveti azalıp da, beti benzi solunca eşi dostu, "âilene beytülmâldan bir şeyler vasiyet et" derler, "ilerde sıkıntıya düşmesinler". Mübarek güler "Eğer çocuklarım sâlih olurlarsa, A'raf sûresinin 196'ıncı âyet-i kerîmesi yeter" buyurur, "yok kötü olacaklarsa, niye destek vereyim onlara?" Halife'nin vefatına (40 yaşındadır daha) rahipler bile yanar "yeryüzünün güneşi battı" diye ağlaşırlar. Mübarek sadece iki yıl iktidarda kalmıştır, onu takip eden yirmi beş yıl boyunca zenginler zekât verecek fakir bulamazlar. Ondan sonra vazifeyi devralan Halîfe Zeyd ibni Abdülmelik, kız kardeşi Fâtıma'yı çağırır, beytülmala bıraktığı mücevherleri iâde etmek ister. Fâtıma; "Vallahi kabul etmem" der, "ben Ömer'e sağlığında itâat ettim, vefâtından sonra isyân edemem!" Derviş gönüllü sultan Ömer bin Abdülaziz

KABİRDE DE YAN YANA Büyük alim, ilk müceddid Ömer ibni Abdülaziz sevimli, rahatlatan bir mekânda yatar. Sadık hanımı Fâtıma binti Abdülmelik de ayak ucunda... Nice sultanın adı unutulur ama onun ziyaretçisi eksik olmaz. Üçüncü yol Bir gün adamın biri gelir, "Efendim filan kimse, sizin için şöyle, şöyle söylüyor". Ömer bin Abdülazîz; "Bak buna laf taşımak derler, derhal yargıya intikal ettirmeliyim. Eğer yalancı isen, Hucurât suresinin altıncı âyet-i kerîmesine göre; yok yanıldınsa, Kalem suresi on birinci âyet-i kerîmesine göre yargılanırsın. İstersen üçüncü bir hâli tercih edelim, git helallik iste, seni evine gönderelim." Bir daha birilerinin aleyhinde konuşmak mı? Ne mümkün, kimin haddine? Yarı yarıya Şairin biri Haremeyn valisi olduğu yıllarda Ömer bin Abdülaziz'e bir şiir sunar. Çıkarır on bin dinar verir. Aradan yıllar geçer, artık koca Emevi Devletinin halifesidir. Şair çok daha sanatlı beyitler yazar, gelip kapısını çalar. Valiyken 10 bin dinar bağışladığına göre en az 100 bin altın vermelidir ona... Ömer bin Abdülaziz, methedilmekten hoşlanmaz ama adamı savmak da yakışık almaz... Şaire döner "hepsi hepsi 500 dirhemim var" der "kabul edersen yarısı sana, yarısı bana!" Şair 250 dirhemi alır kesesine koyar. "Ben böyle bereketli para görmedim" diyecektir yıllar sonra... Harcadım harcadım bitmedi ne zaman elimi atsam bir şey çıkar mutlaka... Kabrin dilinden Ömer bin Abdülâziz ne zaman bir cenaze olsa mutlaka koşar, hadiseye hikmet nazarıyla bakar. O gün de bir dostunun defnine katılmıştır. Millet dağılır, o bir kuytuya oturur, başını alır ellerinin arasına... Gençler gelir yanına çöker, "Ne yapıyorsun" diye sorarlar. - Hiiç... Kabirle konuşuyordum da.... - Kabir sana ne diyor? - Onların kefenlerini yırttım, kanlarını emdim, vücutlarını parçaladım, azalarını dağıttım. Ellerini kollarından, pazularını omuzlarından, kalçalarını uyluklarından, ayırdım. Ben makam mevki sâhibi ayırmam, genç yaşlı tanımam. Hani, sizden önce yaşıyanlar? Onlar da büyük şehirler kurdular, derin kanallar kazdılar. Sıhhatlerine, paralarına, kuvvetlerine aldandılar, günahlara daldılar. Herkesin imrendiği sultanlar göz açıp kapayıncaya kadar yaşadı. Kurtlar böcekler kemiklerini sıyırdı, şimdi toprak oldular. Onların da köşkleri kasrları, oğulları uşakları vardı, ne zenginlere zenginliği yaradı, ne de fukaranın fakirliği kaldı. O hatiplere sor, dilleri neden oynamıyor? O zeytin gözlüler, niçin bakmıyorlar? Nerede o nâzik tenliler, keman kaşlılar. Dostları çoktaaan unuttu, haşerata bıraktılar. Söyleyin bana ölümden kim kaçmış, hem kim kaçar? Süt meselesi Meşhur menkıbedir bilirsiniz. Hilafet yükünü omuzlayınca Hazret-i Ömer'in (radıyallahu anh) uykuları kaçar, çıkıp sokakları arşınlar. İşte Medîne'de kol gezdiği bir gece kulağına bir ses gelir: "Şu suyu süte katsana!" - Ama anne Emîr-ül-Müminîn süte su katmayı yasak etmedi mi?" - Amaaan boşveer. Ömer nerden görecek? - Allahü teâlâ görüyor anne! O her şeyi biliyor. Hazret-i Ömer bu sesin sahibini merak eder, araştırır soruşturur, karşısına hanım hanımcık bir kızcağız çıkar. Kararını verir ve onu oğlu Asım'a nikahlar. İşte bu kızcağız Ömer bin Abdülazizin ninesi olur. Farkında mısınız? Mesele geliyor dolaşıyor sütte düğümleniyor. Helal sütte!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.