Efendimizin nurlu kızı ZEYNEB

A -
A +

Diyelim Medine'desiniz. Cennet-ül Baki'de... Bu mis kokulu kabristanda pek az mezar bellidir, başlarında isimsiz, tarihsiz, şekilsiz taşlar... Hacılar adım hesabı ölçer, asırlık temel izlerini okumaya çalışırlar. "Burada ezvacı tahirat yatıyor olmalı" diye mırıldanır, "şurada Hazret-i Fatıma" diye fısıldarlar. Kabir başlarında dikilen din polislerine (ki mutavva derler onlara) soracak olursunuz: "Men haza?" Memurlar müstehzi müstehzi sırıtır, "Allahualem" (Allah bilir) deyip başlarından savarlar. Soruyu tekrarlarsanız, kaşları çatılır, elinin tersiyle uzaklaş işareti yaparlar. Sizi şirkle küfürle itham eder, hırıltılı bir sesle "harrik harrik maşi" (yürü) buyururlar. Baki Kabristanı'nda 30 binden ziyade sahabenin yattığı bilinir, ki bu gün izleri bile bulunmaz. Ancak ziyaretçiler birbirlerine Hazret-i Osman'ın, Hazret-i Hasan'ın, Fatıma bint-i Esed'in, İmam-ı Malik'in, Uhud Şehidlerinin kabirlerini gösterir, kulaktan dolma bilgiler ve acemice yapılmış krokilerle yön bulmaya çalışırlar. Döner dolaşır içinde üç küçük kayacıktan başka hiçbir işaret olmayan bir çukur önünde durursunuz ki elinizdeki kağıtta "benat-ı nebi" yazar. Hayret edersiniz, Efendimizin (sallallahü aleyhi ve selem) kızları tam önünüzde, hemen şuracıkta yatmaktadırlar. Bunlardan ikisi Rukayye ve Ümmü Gülsümdür. Hatırlarsanız onlar, Hazret-i Osman gibi asil, abid, arif, nazik ve cömert bir sahabeye hanım olurlar. Üçüncüsü ise Zeyneb Radıyallahü anha... Anadolu'da en az Ayşe, Fatıma, Emine kadar kullanılan güzel ismin sahibi kimdir acaba? Evin gülü Mâlum Fahr-i âlemin, Hatice Validemiz ile kurdukları huzurlu yuva zaman zaman bebek sesleri ile şenlenirse de oğulları Kasım ve İbrahim yaşamaz. Efendimiz 30 yaşlarında iken Zeyneb doğar. Henüz İslamiyet neşrolmamıştır, kız çocukları diri diri çukurlara atılmakta, toprakla örtülüp susturulmaktadırlar. Kureyş kadınları Hazret-i Hatice'ye acıyarak bakar, dizlerini dövüp vah vahlanırlar. Acaba kara haberi (!) babasına nasıl duyursalar? Gelin görün ki Efendimiz kızının doğuşundan fevkalade mesrur olur, nurlu bebeği sevinçle kucağını alır ve ona "mücevher" manasına gelen Zeyneb adını koyar. Bilirsiniz Hatem-ül Enbiya kız babası olmakla daima iftihar eder ve kız babalarına müjdeler aktarırlar. Zeynep on yaşlarında iken ilk vahiy gelir, o da annesi Hatice gibi tereddütsüz inanır ve "ilklerden" olurlar. Ebü'l Âs Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Server'in, biricik kerimesi hem çok sevimli, hem pek beceriklidir. Evin bütün işini çekip çevirir, kız kardeşlerine adeta analık yapar. Sofra kurar, ocak yakar, çamaşır yıkar, tatlı dillidir de, evin içine neşe saçar. İnsanlara yardımdan büyük haz alır, aç doyurmaktan, misafir ağırlamaktan keyif duyar. Eh böylesi güzel, asil, hanım hanımcık bir kızın talibi çok olur. Ancak Hazret-i Hatice onun yabancılara gitmesine kıyamaz. Kız Kardeşi Hale'nin oğlu Ebü'l Âs ile evlenmesini arzular. Ebü'l Âs dahi Zeyneb'e hayrandır ve meylini saklayamaz. Genç adam Zeyneb ile yaşıttır. Kibardır, dürüsttür, olgundur, yalandan, dolandan hoşlanmaz. Kervanla döndüğü her seferin ardından teyzesinin kapısını çalar, önlerine görülmedik hediyeler koyar. Değişik yemişler, meyveler, kıymetli kumaşlar... Ebül- As bir gün gözünü karartır, gider teyzesine içini açar. Hazreti Hatice yeğeninin izdivaç talebini Efendimize arz eder. Allah'ın Resulü Hatice validemiz aracılığı ile kızının fikrini sorar. Zeyneb gibi edepli bir kızın "evlenmek istiyorum" demesi mümkün müdür? Sadece susar. Zeyneb'in olurunu alınca düğün hazırlıklarına başlarlar. Dostlar çağrılır, velimeler sunulur, nikah kıyılır ve gençleri evlerine uğurlarlar. Ebü'l-Âs Zeyneb'i çok sever, hiç kırmaz, gel gelelim "Müslüman ol" teklifine müspet bir cevap çıkmaz. Aleyhisselatü vesselam Efendimizin nasıl doğru sözlü olduğunu herkesten iyi bilirse de ilk anda halkaya katılmaz. Belki de Kureyşlilerin "karısının sözüne uydu" diye alay etmelerinden korkar. Lâkin hakkını vermek gerek, hanımının inancını saygıyla karşılar. Zeyneb (Radıyallahu anhâ) dahi kocasının imana gelmesi için sürekli duâ eder, sevgi ve sadakatle hizmetine koşar. Gel zaman git zaman saflar netleşir, köprüler atılır. Müşriklerin eziyetleri tahammül sınırlarını aşmaya başlar. İşaret verilince müminler Münevver Beldeye hicret eder, yeni bir hayat kurarlar. Nitekim Server-i Kainat dahi Medine'yi şereflendirir, muhacir ve ensarla kucaklaşırlar. Hazret-i Zeyneb Mekke'de yapayalnız kalmıştır, hicreti çok arzularsa da kocası "olmaz" deyince susar, bu mevzuyu bir daha hiiiç açmaz. Bu arada Kureyş'in ileri gelenleri Ebü'l Âs'a "Muhammed'in kızını boşa ve kov" diye baskı yaparlar, "biz sana Mekke'nin en güzel kızlarını veririz, mal istiyorsan mal, para istiyorsan para!" Ebü'l Âs hanımına âşıktır, bu tekliflere güler geçer, Hazret-i Zeyneb'in kalbini asla kırmaz. Müslümanların neredeyse tamamı Medine'de, Efendimizin kızı müşrikleri arasında bir başına... Sabır sabır sabır, insan taş olsa çatlar. Zor imtihan... O gerdanlık Hicretin ardından henüz bir yıl geçmiştir ki Mekkeli müşrikler atlanır pusatlanır, Medine'yi basmaya kalkarlar. 313 Mümin onları Bedir'de karşılar ve sayı ve techizatça çok daha güçlü olan orduyu dağıtırlar. Ebü'l-Âs dahi bu ordu içinde bulunmaktadır, zira Kureyş liderlerine itiraz eden Mekke'de barınamaz. İster istemez kılıç kuşanır, ancak elini kabzaya atmaz, kenarda durur, kavgaya karışmaz. Müslümanlar onu yakalar, huzura çıkarırlar. Şimdi bu tutsakları ne yapmalıdırlar? Efendimiz eshabı ile istişare eder, esirleri fidye karşılığında serbest bırakırlar. Ebü'l-As, Zeyneb'e haber gönderir, o da bir miktar para ile anneciğinin düğünde taktığı gerdanlığı yollar. Resul-i Ekrem Hazret-i Hatice'nin hatırasını görünce mahzun olur. Sahabeler hadiseyi farkeder, gerdanlığı Ebü'l Âs'a geri verirler. "Git bunu Zeyneb kardeşimize tak" der, haklarından feragatta bulunurlar. Resul-i Ekrem Ebü'l Âs'tan, kızı Zeyneb'i Medine'ye yollama sözü alır. Zira yeni gelen bir emr ile "Müslüman bir hanım, müşrik erkeğe haram kılınmıştır". Ebü'l Âs sözünde durur. Mekke'ye varır varmaz, Hazret-i Zeyneb'e "Medine'ye gidiyorsun" der, "haydi hazırlan!" Zeyneb Radıyallahü anhâ babasını çok özlemiştir, derhal eşyalarını toplar. Kızı Ümame ve oğlu Ali ile birlikte anneciğinin kabrini ziyaret eder, yola çıkar. O günlerde hamiledir, Ebü'l Âs onu uğurlarken bir hoş olur, hıçkırıklarını zor saklar. Zeynebsiz bir hayat çekilesi değildir ama söz bu, ağızdan bir kere çıkar. Onun için hanımı hâlâ çok değerlidir, şehrin çıkışına kadar uğurlar, bizzat kardeşi Kinane'yi muhafız olarak yanına katar. Vicdansızlar Müşrikler haberi duyunca ayaklanır, soluk soluğa bir takip başlatırlar. Nitekim Zîtuva mevkiinde onları yakalar ve saldırırlar. Hazret-i Zeyneb'in bindiği deveyi mızrakla dürte dürte ürkütür, hevdecin (bir nevi tahtırevan) urganlarını keser, hamile kadıncağızı yerlerde yuvarlarlar. Karnındaki bebecik düşer, nasıl acı, nasıl ıstırap... Ortalık kan revan.... Kızı Ümame ve oğlu Ali şaşkındır, yavrucaklar annelerine sarılıp ağlaşırlar. Usta bir atıcı olan Kinane yayını gerince müşrikler panikler, "seninle meselemiz yok" diye kıvırırlar. İşte o esnada Ebu Süfyan yetişir ve işi oluruna bağlar. Kinane'yi kenara çekip "böyle güpegündüz yola çıkarsanız Mekkeliler hazmedemez, size saldırırlar" der, "ve buna ben dahi mani olamam. Şimdi geri dönün, üç beş gün Mekke'de oyalanın, bir gece sessizce çıkın yola." Teklif mâkuldür, nitekim denileni yaparlar. Atike Halanın müşfik bakımıyla kendini toparlayan Zeyneb iki gece sonra gizlice Mekke'den çıkar. Kendilerini bekleyen Zeyd ve arkadaşlarının (Radıyallahü anhüm) muhafazasında yola koyulurlar. Hazret-i Zeyneb yolda hep beyini düşünür, dualar eder yalvara yakara. Dile kolay, Ebü'l Âs ile 16 yıl aynı yastığa baş koymuşlardır ve efendisi bir kere bile kaba davranmamıştır ona. Minik kafile yıpratıcı bir yolculuktan sonra Medine'ye vasıl olur, Serveri kainat ile kucaklaşıp hasret gideren Zeyneb ağrılarını sızılarını unutur. Emanı emanımdır Ebü'l Âs ise çok mahzun olur, biricik hanımını unutabilmek için kervancılığa vurur, dağ tepe dolanır, şehir şehir gezip avunmaya bakar. Ancak Hicretin 6. yılında Şam'dan dönerken kervanı Müslüman seriyyelerin eline geçer. Müminler teslim olanların canını yakmaz, esirleri itmez, kakmaz, bağlamaz ama gözden de ırak tutmazlar. Ebü'l Âs bir yolunu bulup ortadan kaybolur ve hazret-i Zeyneb'in kapısını çalar. Bir seher vaktidir, kocasını eşikte gören Zeyneb radıyallahu anhâ hemen mescide koşar ve Ebü'l Âs'a eman verdiğini açıklar. Sevgili Peygamberimiz de: "Zeyneb'in eman verdiğine biz de veririz"buyururlar. İyi de bundan sonra ne yapmalıdır? Gider babasına sorar. Fahr-i Kâinat "Kızım, ona ikramda bulun. Fakat uzak dur. Çünkü birbirinize helâl değilsiniz"buyururlar. Ebü'l Âs kapının önünde durmaktadır hâlâ. Onu oğlu ve kızıyla içeri aldırır, sofralar yollar. Efendimiz Ebü'l Âs'ın içindeki kıpırtıların farkındadır. Damadının kalbini İslam'a ısındırabilmeyi çok arzular. Nitekim ashabıyla yaptığı istişarenin ardından kervanı geri verir, adamlarını da salar. Ebü'l Âs derhal Mekke'ye koşar. Mal sahiplerine tek tek emanetleri teslim eder ve ortaya çıkıp sorar. "Bende alacağı olan kaldı mı?" - Yok hayır! - Peki beni nasıl bilirsiniz? - Dürüstlük dendi mi adın geliyor aklımıza! - Size hiç yalan söyledim mi? - Asla! - Öyleyse beni iyi dinleyin. Vallahi ben Medine'de Müslüman olmaya karar verdim, sırf "mallarımızın üzerine konmak için din değiştirdi" demeyesiniz diye imanımı sakladım. Şimdi emanetleri teslim ettiğime göre mani kalmadı. Eşhedü en la ilahe illallah... Güpegündüz döner geri, Medine istikametine doğru sahrayı adımlamaya başlar. Hani meydan okurcasına... Mutlu son Hazret-i Zeyneb, iman eden, ya da imanını ilan eden beyini kapıda görünce nasıl sevinir anlatılamaz. Ebü'l Âs'ın yüzü aydınlanmıştır ayan beyan. Çok şükreder, mutluluktan ağlamaya başlar. Ancak... Ancak deve üzerinden düşürüldüğünde aldığı yaralar onu bitirmiştir. Efendisi ile tekrar bir araya geldikten kısa bir süre sonra kavuşur rahmet-i rahmana... Bu narin hanımın nurlu naaşını muhterem annelerimizden Hazret-i Sevde ve Ümmü Seleme yıkar. Hanım sahabîlerden Ümmü Eymen ile Ümmü Atıyye (radıyallahü anhüma) yardımcı olurlar. Efendimiz biricik kızını kendi gömleklerine sardırır, cenaze namazını bizzat kıldırır ve elceğizi ile toprağa bırakırlar. Kabre hüzünle bakar ve duada bulunurlar. Çıktıklarında sevinç içerisindedirler! "Zeyneb'in zayıflığını düşündüm. Allahü Teâlâ'dan onun kabrini genişletip sıkıntısını gidermesini diledim. Cenab-ı Hakk duamı kabul etti" buyururlar. Peki Ebü'l Âs? Hanımının hemen ardından (bir kaç gün sonra) o da gözlerini yumar. Ayrılığın olmadığı âlemde buluşurlar. Ne aşk ama... En sevdiğime Fahr-i Kâinat Hazret-i Zeyneb'in yavrularını büyük bir şefkatle bağrına basar. Düşünün Ümâme namaz kılan dedesinin omuzlarına çıkar. Yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server her Rûkû'ya eğilişinde torununu itina ile yere koyar. Secdeden kalkarken tekrar omuzlarına alırlar. Eve hediye olarak bir gerdanlık getirildiğinde "Bunu en sevdiğime vereceğim" buyurur, yetim kızcağızın boynuna takarlar. Ki o Ümame Hazret-i Fatıma'nın ardından Hazret-i Ali'ye hanım olur, yıllar sonra... Yine İslam ordusu Mekke'ye girerken Efendimiz (Sallalahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'in oğlu Ali'yi devesine alırlar. İhtimal torunlarının o kutlu ana şahit olmasını arzularlar. Gelelim günümüze... Ne yazık ki sabır, sebat, muhabbet, sadakat denilince adı hatırlanan kutlu Zeyneb'in (Radıyallahü anha) nurlu kabri başında şefkatten hoşgörüden bi haber bedeviler nöbet tutuyor. Dünyanın dört bir yanından Cennetül Baki'ye koşan gözü yaşlı ehli beyt aşıklarını iteliyor, kakalıyor, azarlıyorlar. Hadi gel de şimdi Suudilerin İslam alemine nasıl ihanet ettiğini, İngiliz oyunlarını, Britanyalı ajanları, Vahhabi militanları ve kurulan sömürü çarkını anlatma. Bir başka haftaya...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.